Küresel Isınma ve İklim Değişikliğinin Su Kaynakları Üzerindeki Etkisini Azaltmak
Dünyamız kozmik ölçütlere göre genç bir gezegen olsa da taşımak zorunda kaldığı ve giderek artan nüfus yükü sebebiyle yaşlı ve yorgun bir gezegene dönüşüyor. Kontrolsüzce artan nüfusun beraberinde getirdiği çok yönlü olumsuz etkiler, başta su olmak üzere doğal kaynakların sürekli baskılandığı bir sürece yol açtı. Sınırlı doğal kaynakların sürekli artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayabilmesi, pek de uzak olmayan bir gelecekte mümkün olmaktan çıkabilir. Zira gelişen ve dönüşen teknoloji, değişen yaşam tarzının dayattığı yeni ihtiyaçlar, mevcut ihtiyaçların üzerine sürekli yenilerinin eklenmesine sebep oluyor. Bu durum tarımdan enerjiye, turizmden ulaşıma kadar hemen her sektördeki mal ve hizmet üretim aşamalarında kullanılan suyun miktarını her geçen gün arttırıyor. Su kaynaklarının kirletilerek kullanılmaz hale gelmesi de sorunun boyutlarını büyütüyor. Tüm bunlar kullanılabilir suya erişimi kısıtlayan faktörler.
Diğer yandan kullanılabilir suya erişim ile alakalı sorunların yanında, plansız ve bilinçsiz şehirleşme neticesinde ani ve şiddetli yağışların yarattığı sel baskınları ve sıklığı artan kurak periyotlar da meselenin çözüm bekleyen diğer tarafını oluşturuyor.
Birleşmiş Milletlerin su ile alakalı mevcut durumu özetleyen istatistikleri ve geleceğe yönelik tahminleri pek de iyimser olmayan bir tabloyu önümüze koyuyor;
- 2050 yılına kadar dünya nüfusunun 2 milyar daha artacağı tahmin ediliyor.
- 2050 yılında nüfus artışının etkisiyle su talebi bugünkünden %30 daha fazla olacak.
- Günümüzde 2,1 Milyar kişi güvenli içme suyu hizmetlerinden yoksun.
- Bugün, 1,9 milyar kişi potansiyel olarak aşırı su sıkıntısı çekilen bölgelerde yaşıyor. 2050 yılına kadar bu nüfusun, yaklaşık olarak 3 milyara ulaşması bekleniyor.
- 1,8 milyar kişi, insan atıklarından mikrop bulaşmasına karşı önlem alınmamış ve iyileştirilmemiş içme suyu kullanıyor.
- Atık suların %80’i arıtılmadan ya da tekrar kullanılmadan doğaya deşarj ediliyor.
- Günümüzde taşkın risklerine maruz kalan insan sayısı 1,2 milyarken, 2050 yılında bu sayının 1,6 milyara yükseleceği tahmin ediliyor.
- Bugün, 1,8 milyar insan, arazi bozulması ve çölleşmenin kötü etkilerinin açık olarak hissedildiği bölgeler de yaşıyor. Orman arazilerinin en az %65’i kötüleşmiş durumda.
- İnsan faaliyetleri sonucunda 20. yüzyılın başından bu yana doğal sulak alanların %64-71’i yok oldu.
Bir Yandan Nüfus Bir Yandan Küresel Isınma
Birleşmiş Milletlerin günümüze ve geleceğe dair ortaya koyduğu bu karanlık tabloda Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin de etkisi bulunuyor. Özellikle sanayi devriminden sonra doğal ısınma sürecine dâhil olan insan faaliyetleri, küresel ısınma ve iklim değişikliğinin etkilerini hissedilir derecede arttırdı. Günlük yaşantımızı etkiler boyutta onlarca meteorolojik olay hayatımızın parçası oldu. Peş peşe kırılan sıcaklık rekorları, sıklığı artan aşırı yağışlar ve kurak periyotlar, orman yangınlarındaki çoğalma ve daha birçok sorun… 2017 yılının son 44 yılın en kurak periyodu olarak kayıtlara geçmesi de en güncel örnek olarak karşımıza çıkıyor.
Küresel Isınma ve İklim Değişikliği kaçınılmaz olarak su kaynakları üzerinde de menfi etkilere sebep oluyor. İklim değişikliğinin hidrolojik döngüyü değiştirerek su kaynaklarını miktar ve kalite yönünden etkileyeceği ön görülüyor. Sıcaklıkların artmasına bağlı olarak su kayıplarının (buharlaşma ve terlemenin) değişmesi, yağış deseninde ve kar örtüsünde kaymalar, taşkın ve kuraklık olaylarının sıklığında artışlar yaşanması bekleniyor. Bu değişiklikler; başta içme-kullanma suyu temini ve tarımsal üretim olmak üzere, enerji ve çevre sektörlerine tesir edecek.
Küresel ısınma ve iklim değişikliği, zaten nüfus yükünün tetiklediği çok yönlü menfi etkilerin baskısı altında olan su kaynakları üzerindeki stresi artırıyor. Aslında nüfus artışı ile küresel ısınma ve iklim değişikliği arasında su kaynakları üzerindeki olumsuz etkileri güçlendiren bir ilişki bulunuyor. Nüfus arttıkça karbon salımı artıyor, karbon salımı arttıkça su kaynakları üzerindeki nüfus baskısına iklim değişikliğinin menfi etkileri de ekleniyor.
Dünyada küresel ısınma ve iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak ve onlarla başa çıkmak için alınan tedbirler iki kalemde ele alınıyor, Uyum (adaptation) ve Azaltım (mitigation). “Uyum” küresel ısınma ve iklim değişikliğinin neden olduğu etkiler ile birlikte yaşama kabiliyetini arttırmaya yönelik tedbirleri kapsarken “azaltım” küresel ısınmayı dolayısıyla karbon salımını belirli bir seviyede tutmaya yönelik tedbirleri içeriyor. Söz gelimi karbon salımına sebep olmayan enerji üretimi “azaltım”a, tarımda az su tüketen modern sulama tekniklerinin kullanımını yaygınlaştırmak ise “uyuma” örnek gösterilebilir.
Su ile alakalı sorunların tabii yollarla çözülmesi, aynı zamanda iklim değişikliği ile mücadelenin hem ”uyum” hem de “azaltım” ayaklarına hizmet ediyor. Suyun miktarı, kalitesi ve kontrolüne yönelik tehditlerin yalnızca geleneksel altyapı tesislerinin (Baraj, atıksu arıtma tesisi gibi) sağladığı imkânlar ile bertaraf edilmesi mümkün görünmüyor. Geleneksel altyapı tesislerini destekleyecek ve maliyetleri düşürecek tabiata dayanan çözümlere de ihtiyaç var. Peki, nedir bu “tabiata dayalı çözümler”?
Su ile Alakalı Sorunların Tabiata Dayalı Çözümleri
İşlevini kaybetmiş doğal su kaynaklarının iyileştirilmesi ve suyun doğal döngüsünü sekteye uğratan, aksatan insan faaliyetlerinin, su döngüsünün akışını kesmeyecek şekilde yeniden düzenlenmesi olarak tanımlanabilecek tabiata dayalı çözümler, geleneksel alt yapı tesislerini destekleyecek ve maliyetleri düşürecek fırsatlar yaratıyor.
Ormanlar, doğal sulak alanlar ve çayırlık alanların iyileştirilmesi, taşkın yataklarının yapılaşmadan arındırılması, nehir boylarına bitki örtülü tampon alanların oluşturulması gibi tabiata dayalı çözüm örnekleri, su miktarı ve kalitesinin iyileştirilmesine katkıda bulunurken suya dayalı zararların da önüne geçiyor.
BM’ye göre tabiata dayalı çözümler, dünya nüfusu arttıkça karşılaşılan, suyla ilgili bütün önemli sorunlara çözüm olamaz ancak, etkisiz veya yıpranmış su altyapılarını tamamlayıcı yenilikçi ve uygun maliyetli seçenekler sunabilir.
Tabii ya da yarı tabii ‘Yeşil Altyapı’ olarak adlandırılabilecek bazı tabiata dayalı çözüm uygulamaları, geleneksel insan yapımı tesislerin sunacağı faydalara eşdeğer ya da benzer yararlar meydana getirebilir.
Örneğin, doğal sulak alanların, yeraltı suyunu besleyerek su depolaması, barajlar ile olan benzerliği olarak görülebilir. Aynı şekilde sulak alanların ve ormanların su kalitesinin iyileştirilmesi yönündeki filtre etkileri, atıksu arıtma tesisleri ile benzeşir.
Tabiata dayalı çözümler, çoğu zaman suyla ilgili hizmetlerden daha fazla fayda getiriyor. Örneğin, sulak alanlar atıksu arıtımı faydasının yanı sıra; enerji üretimi için biyokütle sağlar, canlı çeşitliliğini artırır, insanlar için dinlenme alanları sağlar ve bu alanlara yönelik istihdam imkânı yaratır.
Sulak Alanlar
Yağmur ormanları ve mercan resifleri ile birlikte dünyada biyoçeşitliliğin en yoğun olarak gözlemlendiği sulak alanlar, zengin canlı yaşamının yanında farklı amaçlarla inşa edilmiş birçok geleneksel altyapı tesisinin işlevini yerine getirmesi bakımından da önemli bir ekonomi yaratıyor.
Su rejiminin düzenlenmesinde önemli bir role sahip olan sulak alanların depoladığı sulardan içme, kullanma ve sulama suyu olarak istifade ediliyor. Su ürünleri üretimi, saz üretimi, tuz üretimi ve turizme yönelik faaliyetler de sulak alanların zemin hazırladığı diğer gelir getirici faaliyetler.
Sulak alanların tropikal ormanlarla birlikte yeryüzünün en fazla biyolojik üretim yapan ekosistemleri olduğu biliniyor. Tropikal ormanlar ve sulak alanlarda fotosentezle kuru ağırlık olarak bir günde bir metrekare alanda ortalama 20 gram organik madde üretilirken, bu miktar ılıman kuşak ormanlarında 12,9 grama düşüyor. Bu yönüyle sulak alanlar enerji üretimi için önemli ölçüde biyokütle sağlıyor.
Sulak alanlar tortu ve zehirli maddeleri alıkoyarak ya da besin maddelerini kullanarak suyu temizliyorlar. Başta saz ve kamışlar olmak üzere bazı su içi bitkilerinin; cıva, çinko, bakır, kadmiyum, nikel ve vanadyum gibi metalleri, sıvı atıklarını emerek bünyelerinde depoladıkları biliniyor.
Diğer taraftan sulak alanlar aşırı yağışlarda toprak tarafından emilemeyen fazla suyu depolayarak yavaş ve düzenli olarak çevreye bırakıyorlar. Bu şekilde taşkınların yok edici etkisini azaltan sulak alanlar, taban suyunun sürekli belirli seviyede bulunmasını sağlayarak hidrolojik dengenin korunmasına katkı sağlıyorlar.
Tüm bu yönleriyle sulak alanlar ihtiva ettikleri zengin canlı yaşamın yanında baraj, içme suyu, atıksu arıtma tesisi, taşkın kontrol tesisi ve hatta enerji santrali gibi geleneksel altyapı tesislerinin işlevlerini yerine getiriyorlar. Dolayısıyla sulak alanların korunması, kuruyan sulak alanların rehabilite edilmesi ve mümkün olan yerlerde yapay sulak alanların oluşturulması; su arzının arttırılması, su kalitesinin iyileştirilmesi ve su talebinin kısıtlanmasına yönelik olarak alınabilecek en güzel tabiata dayalı tedbir olarak karşımıza çıkıyor.
Sulak alanlar önemli karbon depoları. Dünyadaki karbonun %40’ı sulak alanlar tarafından depolanıyor. Özellikle turbalık ve ormanlık sulak alanlar karbon emicileri olarak çok büyük öneme sahipler. Sulak alanlar yeryüzünün %3’lük bölümünü oluşturmalarına rağmen, topraktaki karbonun %25’lik bölümünü muhafaza ediyorlar. Sulak alanların kurumasıyla depolanan karbon açığa çıkıyor ve atmosfere karışıyor. Konunun uzmanları sulak alanlar tarafından depolanan karbondioksitin açığa çıkmasının küresel ısınmayı %60 oranında artıracağını belirtiyor.
Ormanlar da tıpkı sulak alanlar gibi yutak alanlar olarak küresel ısınma ve iklim değişikliği ile mücadelede önemli yer tutuyor. Ormanlar fotosentez süreci vasıtasıyla karbondioksiti atmosferden uzaklaştıran en önemli yutak alanlar olarak görev görüyorlar. Bir ağaç yılda ortalama olarak 1 ton karbondioksiti gövde, yaprak, dal ve köklerinde depolayabiliyor. Bu bakımdan ormanlar küresel ısınma ve iklim değişikliği ile mücadelede karbondioksitin depolandığı bir hazne görevini üstleniyor.
Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin su kaynakları üzerindeki baskısını hafifleten ormanlar aynı zamanda erozyonu önleyerek toprak kaybını azaltıyor, taşkın ve sel baskınlarına engel oluyor ve su rejiminin düzenlenmesine katkı sağlıyor.
Orman örtüsünün olmadığı alanlarda yağış sonrasında akışa geçen suyun miktarı ve hızı orman örtüsü ile kaplı alanlara kıyasla son derece yüksek oluyor. Bunun neticesinde su, erozyon sonucu toprak kayıplarına ve sel gibi afetlere sebep oluyor. Dolayısıyla ormanların korunması ve ormanlaştırma çalışmaları erozyonun önlenmesi ve suyun meydana getirebileceği muhtemel zararların önüne geçilmesi açısından büyük önem taşıyor. Bununla birlikte orman örtüsünün bulunmadığı bölgelerde kurak mevsimlerden evvel en alt havzalara ve denize hızla akan sular dolayısıyla kurak mevsimde dereler kuruyor, nehirlerde akan su azalıyor ve susuzluk süreci erken başlıyor.
Diğer taraftan ormanlar su kalitesi açısından da değer taşıyor. Yapılan bir araştırmaya göre etrafı ormanla çevrili bir barajda bir santimetreküp suda 76 adet mikro organizma tespit edilmişken tarım alanları ve çayırlarla çevrili bir barajda ise yine bir santimetreküp suda 4 bin 400 adet mikro organizmaya rastlanmış. Ormanların suyun kalitesine yönelik bu rolünün yanında su kaynaklarının rusubat ile dolmasına engel olmak gibi mekanik bir faydası da bulunuyor.
Yağmur Suyu Yönetimi
Kentleşme ile artan geçirimsiz yüzeyler (yollar, kaldırımlar, otoparklar gibi), yağmur suyunun doğal döngüsünü tamamlamasına müsaade etmeden kanalizasyon sistemine karışarak kirlenmesine ya da şiddetli yağışlar sonrasında süratle akışa geçerek taşkın afetlerine sebep olmasına yol açıyor. Diğer taraftan kentlerdeki betonlaşma sebebiyle yağmur suyu toprakla buluşamadığından yer altı suyunu besleyemiyor. Şehirlerdeki geçirimsiz yüzeyler azaltılarak ya da geçirgen yüzeyler ile değiştirilerek bu sorunların önüne geçirilebilir. Çatılara kurulacak basit sistemler ile yağmur suyu toplanıp kullanılmak üzere depolanabilir ya da toprağa yönlendirilerek doğal döngüsüne devam etmesi sağlanabilir.
Sürdürülebilir yağmur suyu yönetimi için yeşil altyapı teknikleri şu tasarımları içeriyor; Yeşil çatı ya da eko çatılar, yağmur suyu iniş borusunun atıksu kanalından ayrılması, yağmur suyu toplama ve yeniden kullanım sistemleri (su tutma tankları), doğal yağmur suyu drenaj sistemleri (biyolojik yağmur hendekleri, bitkili yağmur hendekleri) yağmur suyu havzaları (alıkoyma ve tutma havzaları, göletler) geçirimsiz yüzeylerin alanlarını azaltmak ve geçirgen kaplama kullanmak (geçirgen asfalt, beton ve yapısal çimkaplama sistemleri)
Yağmur suyu yönetiminden elde edilmesi beklenilen faydalar ise şu şekilde sıralanıyor: Alternatif bir kaynak teşkil ederek su tasarrufu sağlaması, sel ve su baskınlarına engel olması ya da etkisini azaltması, yer altı suyunu beslemesi, suyun kirlenmesinin önüne geçmesi ve arıtılacak su miktarını azaltması, daha yeşil bir yaşam alanı oluşturması, kentlerdeki “ısı adası” etkisini azaltması…
Yağmur suyu yönetimine güzel bir örnek olarak Çin Hükümeti tarafından başlatılan “Sünger Şehirler” girişimi gösterilebilir. Çin’de 16 pilot şehirde başlatılan çalışmalar ile kentlerin su ihtiyacını gidermeye katkıda bulunmak için geleneksel altyapı sistemi ile entegre edilerek yağmur sularını tutacak ve tekrar kullanıma imkan verecek bir sistem geliştiriliyor. Kurak dönemlerde, tarımsal sulama ve temizlik amacıyla suyu tutmak ve doğal depolara yönlendirmek için yeşil çatılar ve duvarlar, geçirgen kaldırımlar ve biyolojik yağmur hendekleri (bitkili yağmur hendekleri) gibi bir dizi uygulama 16 pilot şehirde 2020 yılına kadar hayata geçirilecek.
Proje ile yağmur suyunun %70’ini tutmayı amaçlayan Çinli yetkililer, 2020 yılına kadar şehir alanlarının %20’sinde, 2030 yılına kadar ise %80’ninde bu faaliyetlerin gerçekleşmesini hedefliyorlar.
Su Hasadı
Su hasadı, çok eski tarihlerden bu yana özellikle kurak ve yarı kurak bölgelerde su temini maksadıyla kullanılıyor. Yöntem tıpkı yağmur sularının, yeşil çatı uygulamalarında olduğu gibi kullanılmak üzere toplanıp biriktirilerek çeşitli alanlarda kullanılmasını kapsıyor. Yağmur suyu yağış esnasında ya da yüzey akışa geçtiği esnada çeşitli yöntemlerle toplanıp biriktirilerek bitkisel ve hayvansal üretim ya da evsel tüketim için kullanılıyor. Su hasadının; çatı yüzeyi su hasadı, mikro-makro havza su hasadı ve taşkın hasadı olmak üzere 4 çeşidi bulunuyor.
Mikro havza su hasadı daha çok küçük tarımsal alanlarda suyun bitki kök bölgesinde toplanması esasına dayalı iken makro havza su hasadı daha geniş tarımsal arazilerde uygulanıyor. Her iki yöntemde de yağmur sonrasında toprak yüzeyinde meydana gelen akıştan faydalanılıyor. Yıllık yağış miktarının 200-300 milimetre olduğu bölgelerde mikro havza su hasadı uygulanırken 300 milimetrenin üzerinde yağış alan bölgelerde ise makro havza su hasadı uygulanıyor. Ürdün’ün Muvvagar bölgesinde 15 yıl boyunca mikro havza su hasadı yöntemi uygulanarak hiç sulama yapılmaksızın badem ağacı yetiştirildiği biliniyor.
Taşkın hasadı yönteminde ise yıllık yağış miktarının 300 milimetreyi aştığı bölgelerde düzensiz mevsimlik akarsu akışı, taştan ya da kumdan yapılan bentler ve setler vasıtasıyla toplanarak tarımsal amaçlı kullanıyor. Sistem ani taşkınların zararlı etkilerini azaltıyor ve suyun akıp gitmesine mani olarak sonradan kullanılması maksadıyla biriktirilmesini sağlıyor. Taşkın hasadının diğer bir faydasını ise yeraltı su rezervini beslemesi oluşturuyor. Su kaynaklarının son derece kısıtlı olduğu Zimbabwe’de Sashane nehrinde kumdan setler inşa edilerek arkasında biriktirilen suların, düşük maliyetli güneş enerjili pompalar vasıtasıyla tarımsal üretim için kullanılarak ciddi oranda fayda sağlandığı biliniyor.
Suyun Zararlarını Azaltmaya Yönelik Doğal Çözümler
İklim değişikliğinin menfi etkileriyle birlikte sıklığı artan taşkınlar, büyük can ve mal kayıplarına sebep olabiliyor. Özellikle nehir yataklarına yapılan müdahaleler neticesinde aslında normal şartlarda soruna sebep olmayacak yağışların bile taşkına yol açtığı gözlemlenebiliyor.
Yerleşim yerlerinde yaşanan can ve mal kayıplarının yanı sıra, tarım alanlarında da büyük zararlar meydana getiren taşkınların en önemli sebebini, yerleşim yerleri içinden geçen nehir yatağı kesitlerinin insan faaliyetleri neticesinde daraltılması ya da dere yataklarının üzerinin kapatılması suretiyle oluşturulan alanlara konut, okul, alışveriş yeri veya otopark gibi yapılar inşa edilmesi oluşturuyor. Nehir yataklarının kesitleri en çok karayolu, demiryolu geçişleri, çöp ve moloz dökülmesi ya da imarsız yapılaşma gibi nedenlerle daraltılıyor. Bu tip müdahalelerin ortadan kaldırılması ve nehirlerin doğal taşkın alanlarının yerleşimlere kapatılması ile muhtemel kayıpların önüne geçmek mümkün. Bununla birlikte nehir yatağına yönelik yerleşimlerden kaynaklanan kirlilik tehdidinin de önüne geçilerek nehir suyunun kalitesi korunmuş oluyor.
Diğer taraftan nehir kıyılarında bölgeye uygun bitki örtüsü ve ağaçlardan oluşan bir koruma şeridi oluşturulması, hem nehir yatağının sediment ile dolarak taşmasının önlenmesi hem de su kalitesi açısından birçok avantaj sağlıyor.
Taşkınlara yönelik bir başka tabii çözüm yolunu ise sıkça taşkına sebep olan nehirlerin debi yükünün, alternatif yataklardan geçirilmek suretiyle taşkınların önlenmesi oluşturuyor. Ülkemizde yürütülmekte olan Kanal Edirne Projesi’nin örnek teşkil ettiği bu yöntem ile yüksek debili akımlar açılacak alternatif kanallara yönlendirilerek taşkın riski azaltılıyor.
Bireysel Olarak Uygulanabilecek Doğal Çözümler
Yapılan bir araştırmaya göre bir insanın ömrü boyunca tükettiği mal ve hizmetleri üretmek için kesilen ağaç sayısı 17’yi buluyor. Yani her insan dünyaya 17 adet ağaç borçlu. Diğer taraftan ortalama bir insanın yıllık karbon emisyonu 4 ton civarında. Yapılan hesaplamalara göre bir ağacın bertaraf ettiği karbon miktarı ise 1 ton kadar. Dolayısıyla her yıl 4 adet ağaç dikerek sebep olduğumuz karbon emisyonunu bertaraf edebiliriz. Diktiğimiz bu ağaçlar sayesinde; küresel ısınma ve iklim değişikliğinin etkileri azalacak, daha fazla ve daha temiz suyumuz olacak, taşkın ve sel felaketlerine maruz kalma olasılığımız düşecek. Bunlar elde edeceğimiz çevresel, sosyal ve ekonomik faydaların yalnızca küçük bir kısmı. Dolayısıyla su sorununa bireysel olarak alınabilecek tabiata dayalı en güzel çözüm yolu ağaç dikmek olacaktır.
Bireysel olarak uygulanabilecek diğer bir yöntem konutlarımızın çatılarına düşük maliyetlerle tesis edebileceğimiz yağmur suyu hasadı sistemleri (yeşil-eko çatı) olabilir. Bu sistem sayesinde depoladığımız suları temizlik maksadıyla kullanabilir, bahçemizi sulayabilir ya da arabamızı yıkayabiliriz.
Bahçe sulamalarını akşam saatlerinde yapabilir böylelikle hem bitkilerimizin su ihtiyacını daha verimli şekilde karşılar hem de buharlaşma etkisinden kurtularak yeraltı suyunun daha iyi beslenmesini sağlayabiliriz.
Şebeke suyumuz ile alakalı herhangi bir şüphemiz yoksa şişe suyu tüketmekten uzak durabiliriz. Şişe üretimi ve suyun şişelenmesi süreçleri ile şişe suyun nakliyesi sebebiyle yüksek karbon emisyonları ortaya çıkıyor. Diğer taraftan özellikle pet şişeler, uzun süre güneş ışığına maruz kaldığında içerdiği kimyasal maddelerin suya karışmasına sebep oluyor bu da sağlık sorunlarını beraberinde getiriyor. Bir başka nokta da pet şişelerin yarattığı çevre kirliliği… Pet şişeler hem su kaynaklarımızın kirlenmesine sebep oluyor hem de bu kirliliğin bertarafına yönelik çalışmalardan kaynaklanan karbon emisyonları su kaynakları üzerindeki baskıyı arttırıyor.
Mevsimi dışında taze meyve ve sebze satın almayarak; mevsim dışı sebze meyve üretebilmek için yoğun olarak kullanılan kimyasal maddelerin suyumuzu ve toprağımızı kirletmesinin önüne geçebiliriz.
Evsel atık yağların lavaboya dökülmesi su kaynaklarımızın kirlenmesine sebep oluyor. Günümüzde yerel yönetimler bu atıkları topluyorlar. Evsel atık yağları biriktirip belediyelerin toplama alanlarına bırakarak su kaynaklarımızı kirletmelerine mani olabiliriz.
Tüm bunların yanında su ve enerji tasarrufuna yönelik kişisel olarak alacağımız tüm tedbirler su kaynaklarımızın gelecek nesillere kalite ve miktar yönünden eksiksiz olarak aktarılmasına katkı sağlayacak. Tasarrufu her alanda hayatımızın bir parçası haline getirelim.