Yaşamın Geleceği
Dünyamız geçmiş yıllardaki tahminlerin ötesinde zenginliklere sahip. Ancak insanoğlunun kötü etkinlikleri bu yüzyılın sonuna kadar tüm türlerin yarısını yok edebilecek deniliyor. Bu inanılmaz zenginlik ve çoğu zaman değeri anlaşılamayan bu kötü son, geçtiğimiz 30 yılda biyolojik çeşitlilik üzerine yapılan araştırmalar sayesinde daha da açıkça gözlerimiz önünde serildi. Edward O. Wilson bu kayboluşu Yaşamın Geleceği’nin tehlike altında olduğunu söyleyerek ifade ediyor.
“Yaşamın Geleceği” adlı kitabında Edward O. Wilson, dünyadan bir daha geri dönmemek üzere kaybetmekte olduğumuz bu değerleri ve şuan bu kaybı önlemek için neler yapabileceğimizi anlatıyor. Doğal yaşam alanlarının kaybı, kirlilik, kontrolsüz nüfus artışı, gereğinden fazla ürün alımı ve arsız türler doğal dünyamıza karşı tehditler… Wilson bunların hayatımızı nasıl etkilediğini ve niye bu tehditlerin durdurulmasının kendi çıkarımıza olduğunu açıklıyor. Bunun yanı sıra çevreye duyarlı yaklaşımların ve kanunların ekonominin büyümesine zıt olduğunu savunan tezlerin gerçekçi olmadığını örnekleriyle sergiliyor.
Wilson’un, kitabının ön sözünde Henry Thoreau’ya bir mektup var. 1800’lu yıllarda yaşamış olan Thoreau’ya sanki bir arkadaşına yazarmış gibi kaleme aldığı bu mektupta günümüzdeki değişiklikleri ve onun zamanında olanlar arasında kıyaslamalar yapıyor. Hatta özür dileyerek, çok önemli bir doğa bilimcisi olmadığını söylüyor! Thoreau’nun yazdıklarının bu kadar zaman geçmesine rağmen insanlığın genel gidişatını yansıttığını vurguluyor. Bu bölümü bitirirken bilim ve teknolojinin bizi bugünkü dar boğaza getirdiğini ve yine bilim ve teknolojinin bizi bu durumdan çıkartmasının şart olduğunu aktarıyor.
Kitap, yedi bölümden oluşuyor. Son bölüm Wilson’un çözümlerin neler olabileceğine ilişkin önerilerine ayrılmış.
Birinci bölümde yerkürenin üzerinde biyosfer olarak adlandırdığımız ince tabakadaki yaşamı ve bunun detaylarına inerek yeryüzünde bulunan ilginç canlıları anlatıyor. Yanlış anlamayın; zürafa, kaplan, fil değil anlattıkları… Çok uç yaşam ortamlarında yaşayan organizmalar… Wilson, suyun karar verici madde olduğunu ve suyun olduğu her yerde -ne kadar ulaşılmaz olsa da- yaşam olduğunu anlatıyor. Örneğin, Antarktika’daki McMurdo Vadisi’nde toprakların dünyadaki en kuru, en soğuk ve en besi değeri az topraklar olduğunu ve 1903’de ilk keşfedildiğinde, Robert Scott’un buralarda hiç bir canlının yaşamadığını yazdığını hatırlatıyor. Ancak mikroskop altında bakıldığında birçok tek hücreli canlının var olduğunu ve bunların McMurdo Vadisi’nin kaplan ve filleri olduğunu hatırlatıyor. Tek hücreli veya ancak mikroskop aracılığıyla görülebilen bu canlıları tüm detaylarıyla anlatıp biyolojik çeşitliliğin tanımına ve oradan da her türün birbiriyle ve yaşam ortamlarıyla bir alışveriş içinde olduğuna, dolayısıyla ekolojiye geçiyor. Biyosfer tabakasının bizleri de içine aldığını ve aslında bizlere verilmiş bir mucize olduğunu ancak içinde bulunduğumuz durumun bir trajediyi andırdığını çünkü bu mucizenin içindeki tüm canlıları henüz tanıyamadan ve değerlerinin ne olabileceğini anlamadan birçoğunun neslinin tükeneceğini hatırlatıyor, ikinci bölümde Wilson, içine girdiğimiz darboğazı ele alıyor. Ekoloji ve ekonomi uzmanlarının farklı bakış açılarını ele alıyor. Yerkürenin taşıma kapasitesini sorguluyor. Kısa dönem ve uzun dönem düşünme ve değer yargılarının farklılıklarını ve ancak bu ikisinin birleştiği ve çevre etiğinin rehberliğinde bu darboğazdan geçebileceğimizi söylüyor.
“Biyosferin değeri nedir?” Bu soru ile adlandırdığı beşinci bölümde, 1997’de yapılan bir araştırmaya göre ekosistem servislerinin 33 trilyon dolar değerinde olduğu açıklamasına dikkat çekiyor. Aynı yıl tüm dünya ülkelerinin hepsinin GSMH’ları (Gayri Safi Millî Hasıla) toplandığında 18 trilyon dolar yapıyor.
Ekosistem servisleri nedir, diye soranlara basit olarak şöyle açıklayabilirim: Doğal olarak toprağın oluşumu, su sistemlerinin doğal olarak temizlenmesi ve depolanması, bitkilerin arılar tarafından döllenmesi, ağaçlardan tomruk elde etmek gibi insanların yaşamını güçlendiren ve destekleyen doğal etkileşim ve servisler…
Bu bölümde Türkiye için de geçerli güzel örnekler veriyor Wilson. Doğal ortamlarda ağaçlı ve bitki örtüsü zarar görmemiş bir su havzasının suyu toplaması doğal olarak temizlemesi, doğal olarak ve bedavadan göllere ve denize geri dönüşüne bir örnek olarak NewYork şehrinin geçmişte yaşadığı bir problemi paylaşıyor. NewYork şehri eskiden Catskill Dağları’nın çok temiz doğal sularından faydalanıyormuş. Nüfus artışı, plansız ve aşırı yapılaşma ve aşırı kimyevi maddenin kullanıldığı tarım nedeniyle zamanla bu dağların suyu ve su havzası kirlenmiş ve insan kullanımına uygun olmayan standartlara gelmiş. Bu problemin çözümünü ararken yapılan ekonomik değerlendirmelere göre yeni bir arıtma tesisinin inşasının yaklaşık 8 milyar dolar ve takiben gereken işletme masraflarının ise yılda 300 milyon dolar edeceği hesaplanmış. Yaptıkları bir diğer araştırma ise harap olmuş doğanın düzeltilmesi, havzanın ağaçlandırılması, etraftaki evlerin fosseptik tanklarının ıslah edilmesinin sadece 1 milyar dolara mal olacağını ortaya koymuş. 1997 yılında bu yolu seçmişler ve hem su havzalarını kurtarmış hem de kazanılan doğal alanları halkın rekreasyonel kullanımına açabilmişler.
Yazar, “Çözümler” başlığı altında yer alan son bölüme gelince doğayı korumayı seçmememizin acil ilgi göstermemize neden olan iki sonuç doğurduğunu şöyle açıklıyor: Birincisi ekonomik ikilem, bir diğer değişle zenginlerin zenginleştiği fakirlerin daha fakir olduğu bir dünya…
Ve BM’nin 1999 Kalkınma Raporu’ndan örnekler veriyor: Bu rapora göre 1960’da en zengin ülkelerin nüfuslarının %5’i ile en fakir ülkelerin nüfuslarının %5’i arasındaki gelir farkı 30’a 1, 1990’da 60’a 1 ve 1995’de 74’e 1. Zengin insanların daha çok tükettiği ve dolayısıyla bu gelir farkının çok daha karamsar sonuçları olduğunu ve az gelirli ülkelerin bugünkü teknolojiyle bugünkü ABD tüketim seviyelerine gelmesi için dört yerküreye daha ihtiyacımız olduğunu açıklıyor. İkinci sonuç ise kitabının ana konusu olan doğal ekosistemlerin ve türlerin geri dönülmez bir şekilde tükendiği. Bilimsel olarak ele alındığında yeni flora ve faunaların gelişmesinin milyonlarca yıl aldığı göz önünde bulundurulduğunda, ne kadar çok kayıp olursa gelecek nesillerin o kadar çok zarar göreceğine dikkat çeken Wilson, “Gelecekler nesiller bizi niye dünyayı bu hale getirdiğimizi sorgulayacaklar” diyor.
Kitabını sonlandırırken problemi gerekçeleriyle anlatabilmiş olduğunu umduğunu yazıyor. Çözüm yollarının ve çözüm için yeterli kaynakların var olduğunu ancak çözümün başarı veya başarısızlıkla sonuçlanmasının etik kararlara dayandığını hatırlatıyor.