Üretim ve Tüketimin Gerçek Yüzü
Annie Leonard 4 Aralık 2007’de kameranın karşısına geçti ve bütün dünyanın dinlemesi gereken bir hikaye anlattı: Şeylerin Hikayesi (Story of Stuff). “Şey” derken hayatımızdaki her “şey”i anlatmak istiyordu. Ama bu öyle sıradan bir hikaye değildi. Çoğumuzun farkında olmadan içinde yaşadığı bir gerçeğe işaret ediyordu: Üretim ve tüketimin gerçek yüzüne…
Şeylerin Hikayesi Aralık 2007’den bu yana 3.8 milyon kez izlendi. Leonard, Free Range Studios’un hareketli çizgilerinin önünde konuşuyor ve şöyle diyordu:
“Aslında tüm eşyalara kafayı takmış durumdayım. Aldığımız şeylerin nereden geldiğini ve attığımızda nereye gittiklerini hiç merak ettiniz mi? Ben bunu düşünmekten alıkoyamıyordum kendimi ve araştırmaya karar verdim…”
Annie Leonard 20 yıldan fazla süredir dünyadaki fabrikaları ve çöplükleri araştırıyor. Bu araştırmalarında tüketim çılgınlığının ve materyalizmin yeryüzüne ve canlıların sağlığına verdiği zararı gözlemliyor. Şeylerin Hikayesi filminde de üretim ve tüketim çılgınlığının vardığı boyutları ve yaşanan ekolojik ve sosyal krizler arasındaki bağlantıları anlatarak hepimizi daha adil ve sürdürülebilir bir sistem oluşturmaya davet ediyor.
Leonard, Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi tarafından, Anadolu Kültür desteğiyle Türkçe altyazılı gösterilen filminin ardından izleyicilerle sohbet ederken şöyle diyordu:
“Kaynakları hızla tüketiyoruz, dünyadaki nüfusun yarısı 2 USD gelir ile yaşıyor, sağlığımız ve çevremiz hızla kirleniyor. Ve bütün bunlara karşın psikolojik ve ruhani olarak tüketimin bizi mutlu ettiği yanılgısını yaşamayı sürdürüyoruz.” Peki her şeye rağmen iş bu kadar kötüye giderken nasıl oluyor da hâlâ bu sistem işliyor gibi görünebiliyor?
Annie Leonard “Hiçbir problem yokmuş gibi. Ama gerçek şu ki; sistem bir krizin içinde. Krizde olmasının nedeni de bunun çizgisel bir sistem olması ve bizim sınırı olan bir gezegende yaşıyor olmamız ve sınırları olan bir gezegende çizgisel bir sistemi sonsuza kadar sürdüremezsiniz” diyor ve 20 dakika süresince anlattığı hikaye işte bu sorunun yanıtını veriyor. Ağaçları kesiyoruz, maden çıkarmak için dağları deşiyoruz, tüm suyu kullanıyoruz ve hayvanları yok ediyoruz. Sadece son 30 yılda yeryüzünün doğal kaynaklarının üçte biri tamamen yok oldu.
Bizim sorunumuz sadece çok fazla şey kullanmak değil, hakkımıza düşenden daha fazlasını kullanmak. ABD, dünya nüfusunun %5’ine sahip olmasına rağmen dünyadaki kaynakların %30’unu tüketiyor ve dünyadaki atıkların %30’unu oluşturuyor.
Bugün ticarette kullanılan 100 000’in üzerinde sentetik kimyasal var. Bunların sadece küçük bir kısmı insan sağlığına etkileri konusunda test edilmiş… Üretim sürecimize bu zehirli maddeleri katmaya devam ettiğimiz sürece, evlerimize, işyerlerimize ve okullarımıza aldığımız eşyalarla birlikte bu zehirli maddeleri de almayı sürdüreceğiz. Ve tabii ki vücutlarımıza!
Yerel, doğal kaynakların ve ekonomilerin zarar görmesi başka seçenekleri olmayan bir insan kitlesini sisteme kaynak olarak sunuyor. Dünyada her gün 200 000 insan kendilerini kuşaklar boyunca besleyip yaşam kaynağı olmuş alanlardan şehirlere taşınıyorlar. Pek çoğu gecekondu mahallelerinde yaşıyor, ne kadar zehirli olursa olsun ne iş olursa yapıyorlar. Bu sistemde sadece doğal kaynaklar harcanmıyor, insanlar da harcanıyor. Toplumlar harcanıyor.
Satın aldığımız şeylerin gerçek fiyatını ödemiyoruz. Peki, öyleyse kim ödüyor?
Bu insanlar doğal kaynaklarının kaybıyla ödediler. Bu insanlar temiz havalarının kaybıyla, astım ve kanser sayısının artmasıyla ödediler. Kongo’daki çocuklar gelecekleriyle ödediler -bugün Kongo’daki çocukların %30’u elektronik eşyalarda kullanılan kotlan madenlerinde çalışmak için okulu bıraktılar.
Kuzey Amerika’da bu sistem üzerinden akan materyalin yüzde kaçı satışından 6 ay sonra kullanılabilir haldedir, tahmin edin, %50’mi? 20 mi? Hayır. %1…
Bir diğer deyişle hasat ettiğimiz, yeraltından çıkarttığımız, işlediğimiz, naklettiğimiz her şeyin %99’u bu sistemde 6 ay içinde bir daha kullanılamayacak şekilde çöpe dönüşüyor. Böyle bir tüketim oranı ile bu gezegeni nasıl çekip çevireceğiz?
Planlanan kullanım dışı olma, bir başka deyişle “çöpe atmak” için tasarlamaktır. Bu, onların gerçekten mümkün mertebe çabuk bir şekilde ürünleri kullanılmaz hale getirmek üzere tasarlamaları anlamına gelir. Böylece elimizdeki ürünü çöpe atar, koşar yenisini alırız.
ABD’de yaşayan her kişi, her gün günde 3000’den fazla reklamın hedefi oluyor. Günde 3000 kez, saçımızın, cildimizin, kıyafetlerimizin, mobilyalarımızın, arabamızın ve hatta kendimizin yanlış olduğu ve hemen alışveriş yapmaya giderek bütün bu yanlışlıkları düzeltebileceğimiz söylenir bize…
ABD’de günde 2 kg. çöp üretiliyor. Bu 30 yıl önceki rakamın 2 katı. Ya geri dönüşüm? Geri dönüşüm bir uçta çöpü azaltırken, diğer uçta da kaynakların tüketilmesi üzerindeki baskıyı azaltıyor. Ama çöpe gönderdiğimiz her bir kutu ıvır zıvırın üretimi için 70 kutu atık meydana geliyor.
İhtiyacımız olan bu eski kullan-at zihniyetinden kurtulmak. Eşitlik ve sürdürülebilirlik ilkelerinden yola çıkan yeni bir düşünce sistemi var artık. Yeşil kimya, sıfır atık, kapalı döngü üretim, yenilenebilir enerji, yaşayan yerel ekonomiler…
Unutmayın ki eski sistemleri insanlar kurdu. Biz de insanız. O zaman artık yeni bir sistem kuralım…