Ekolojik Binalar
Türkiye’de 1950’li yıllarla birlikte eski evler yıkılıp arsalarına çok katlı binalar yapılmaya başlandı. Politikacı, belediyeci, müteahhit ve ev sahibi birlikteliğiyle ortaya çıkan ve rant kaynağına dönüşen bu imar hareketi, içinde yaşayacak olanların sözünün geçmediği yapıların inşasına yol açtı. Geleneksel yerleşim dokusu yok sayılarak, batılı ülkelerin sanayileşme dönemindeki acil barınma sorununu gidermek amacıyla oluşturduğu apartmanlaşma sistemi örnek alındı ve konut sorununun çözümünde kullanıldı. İnsanımızın geleneksel “ev” anlayışına uymayan “insan siloları” cazip isimlerle ve kampanyalarla empoze edildi. Bloklar içindeki dairelerin paylaşılması sistemi ise ancak 1965’te yasallaştırıldı. Yeşil alanlar yok edildiği halde yüksek binalar eski kent sınırları içine sığmadı. Nihayet, kentin manzarası olan tepeler gökdelenlerle doldu. 1991’de Türkiye çapında yapılan bir ankette kent ve kasabalarda yaşayan insanların % 82,9’unun az katlı bahçeli evlerde yaşamak istediği ortaya çıktı.
Anadolu evlerinin Özellikleri
Medeniyetin yeşerdiği alanlar Mezopotamya ve Anadolu topraklarıdır. Bu alanlardaki yapılaşmalar, malzeme seçimi, mekan kalitesi, mekan ilişkileri, sağlamlık, estetik ve yapı birimlerinin oluşturduğu yerleşim dokusu ile dünyaya örnek olabilecek değerler taşımaktadır. Ülkemizin her bölgesindeki geleneksel yerleşimler birer ekolojik yerleşme (ekolojik binalar) örneğidir. Eski köy, belde, kasaba ve şehirlerimizin, bugünkü ekolojik kriterler açısından değerlendirildiğinde bile en doğru ortamları sunduğu ortaya çıkmaktadır. Doğa ile dengeli komşu ilişkilerinin kuruluşuna en iyi örnek teşkil eden geleneksel yerleşimlerimiz ve binalarımız şu özellikleriyle dikkat çeker:
Yüksek yaşama düzeyi: Üretim biçimi, sosyal ve kültürel yapı, yüksek yaşama düzeyinin oluşumundaki temel unsurlar olmuştur. Belde, köy, mezra, yayla gibi kırsal yerleşmeler tarımsal üretime dayalı bir ekonomik yapıya sahipken, kasabalardaki ekonomik hayat tarımın yanısıra zanaatlarla üretilen araç-gereç ve dokuma gibi el becerilerinin devreye girmesiyle daha canlı sürmekteydi. Şehirlerde ise küçük sanayi üretimi de devreye giriyor, alım-satım kurumlaşmaları ile esnaf ve sanatkarların kurduğu loncalar ekonomiyi oldukça canlı kılıyordu. Çeşitli etnik grupların katkısıyla oluşan, binlerce yıl boyunca alaşımlaşan, bütün insanlığa esin kaynağı olabilecek yaşama kültürünün, geleneksel evlerin ortaya çıkmasında birinci derecede payı vardır.
Araziye ve iklime uygunluk: Orta Anadolu dışında Türkiye, dik dağları ve derin vadileriyle engebeli bir arazi yapısına sahiptir. Kıyı kesimi yaz mevsiminde serin, kış mevsiminde ılık ve yağışlıdır. Yüksek iç kesimlerde ise kış ayları karlı ve soğuk geçer. Nem oranı mekanlardaki ısı konforunu olumsuz etkiler. Nemli havalarda yaz sıcağı bunaltıcı, kış soğuğu dondurucu olabilir. Yaz aylarının sıcaklığı, yaylalardaki serin, hafif esintili atmosferi cazip hale getirir. Orta ve Doğu Anadolu’da kış aylarında iç kesimler daha soğuk ve karlı olduğundan, insanlar kıyıya yakın yerleşim alanlarında yaşamayı tercih ederler. Arazinin düz, engebe veya dağlık; iklimin kurak, yağışlı, sıcak, soğuk veya ılık olması yöresel mimarinin özgünlüğünü belirler.
Uygun yapı malzemesi ve strüktür: Anadolu’da ahşap, taş, kerpiç ve bunların birlikte kullanıldığı ahşap – taş, ahşap – kerpiç yapılar vardır. Cephe kurgusu tümü ile ahşap olabileceği gibi, yontularak hazırlanmış taşların ahşap strüktürdeki yerlerine yerleştirilmesiyle kurulmuş veya eğimli araziden kazanılan bodrum katı kalın taş duvarla örülmüş ahşap – taş karma yapılar da olabilir. Karadeniz’in iç kesiminde tamamen ahşap, kıyı kesiminde ahşap – taş, İç Anadolu’da kerpiç – ahşap ve taş – ahşap, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da taş yapılar yaygındır. Anadolu’nun dörtte üçünde strüktür ve cephe kuruluşunda ahşap seçilmesinde, bu malzemenin gözenekleriyle nefes alma ve iyi izolasyon sağlama özellikleri rol oynamıştır. Anadolu’nun kıyı ve kıyıya yakın kesimlerindeki en önemli yapı malzemesi kestanedir. Liflerinin irice olmasından kaynaklanan gözenekler sayesinde hiç pencere açılmasa bile doğal bir havalanma sağlar. Kışın soğuk havayı, yazın sıcak havayı geçirmez ama nefeslenir. Cephe yüzeyleri kesinlikle kapatıcı boya ile boyanmaz. Ahşap aynı zamanda dayanıklı bir malzemedir. Ahşap kadar olmasa bile kerpiç ve taş malzemelerin de dayanıklılık ve nefeslenebilme özellikleri vardır.
Ev planları, yüksek tavanlı oda, hayat ve servis birimlerinden oluşmuştur. Kıyı kesimlerinde saçaklı olan bu evlerin saçak alt yüzeylerinde 30 – 40 cm aralıklarla hava boşlukları bırakılmış ve çatının yüksek yerinde de hava çıkış menfezleri yer almıştır. Bu uygulamayla yaz – kış hava akımı sağlanmıştır. İç Anadolu’da kerpiç duvarlar ahşapla sağlamlaştırıldığından yüksek tavanlar ve avlulardan hava bacalarıyla sıcak havanın emilmesi sayesinde mekanlar serin kalabilmektedir. Malzeme ve strüktürleriyle geleneksel evler, doğayı daha da güzelleştirir.
Gerçek Akıllı Binalar
Anadolu’nun büyük bölümü deprem kuşağında olmasına ve depremden en çok betonarme yapılar zarar görmesine rağmen günümüzde bir iki katlı binalar bile betonarme yapılmaktadır. Öte yandan, yüksek teknolojiyle yapılan azman betonarme binalarda olumsuz doğa koşulları yine teknolojiyle çözümlenmektedir. Mekanlar havalanamadığından ve duvarlar nem geçirgen olduğundan klimaya ihtiyaç duyulmaktadır. Klimanın canlılar ve doğa üzerindeki olumsuz etkileri had safhaya, bina yapım ve işletme maliyetleri aşırı boyutlara ulaştığı halde bu binalara “akıllı bina” denmektedir. Oysa asıl akıllı binalar, teknoloji kullanılmadan malzemelerin özellikleri akıllıca kullanılarak inşa edilen ve klimaya ihtiyaç duymayan geleneksel evlerimizdir. Hiçbir teknoloji, doğaya zarar vermeden bu denli bir ısı konforu sağlayamamıştır. Suha Arın’ın “Eski Evler – Eski Ustalar” belgeselinde, mimar torununun projelendirip inşa ettiği betonarme bina için, “o eve ben girmem, olsa olsa doktor girer” diyen Ali Rıza ustanın söylediklerine kulak verilebildiğinde, belki gelecek için bir umut ışığı doğar.
- Geleceğin yapılaşma ilkeleri
- Tepelere ve ağaçlı alanlara bina yapılmamalı, düzlükler tarım ve rekreasyon için kullanılmalı, buralarda bina yasağı getirilmeli, binalar uygun arazilere yerleştirilmelidir.
- Milli parklar, özel çevre alanları, doğal sitler kesinlikle yapılaşmaya açılmamalı, ancak rekreasyon amaçlı, hayatı zenginleştiren sosyal mekanlara izin verilebilmelidir.
- Açık alan düzenlemeleri ve kentsel tasarım projeleri olmadan uygulama yapılmamalıdır.
- Kentsel sit, 2. ve 3. derece doğal sit alanlarında geleneksel kültürel mirasın korunabilmesi için buralarda yapılacak yeni binaların eski dokuya uyumlu tasarlanması zorunlu olmalıdır.
- Yaya yollarının oranı diğer yollara nazaran daha fazla tutulmalıdır.
- Köy, belde ve kasabalarda 3 kattan yüksek bina yapılmamalı, şehirlerde iskan alanları 3 katı, oteller, iş merkezleri ve ticari yapılar 5 – 6 katı geçmemeli, blok uzunlukları ve derinlikleri sınırlanmalıdır.
- Geleneksel yerel malzemeler ve özellikle ahşap doğru biçimde ve doğru strüktürlerle yeniden kullanılmalı, yönetmelikler buna göre yeniden düzenlenmelidir.
- Bu ilkeler doğrultusunda ülke, bölge, havza, şehir, kasaba, belde, köy yerleşimleri hiyerarşik biçimde planlanarak ve kentsel tasarım projeleri yapılarak uygulamaya geçildiğinde, yüksek teknolojiye gerek duyulmadan, hayatı kolaylaştıran ve anlamlı kılan, kaliteli, kullanışlı, konforlu, sağlam, doğa ile barışık ve estetik mekanlar kurmak mümkün olacaktır.