Biyoçeşitlilik ve Ekosistem
Son yıllarda tüm dünyada ekolojik olaylara karşı büyük bir ilgi var. Ama ekolojik olayları anlayabilmek için doğal yaşamın temel kavramları olan Biyoçeşitlilik ve Ekosistem’i bilmek gerekiyor.
Biyoçeşitlilik Nedir?
Bu kavram, biyolojik ve çeşitlilik kelimelerinden türetilmiştir. “Biyolojik” yaşamla ilgili, canlılığa ilişkin anlamına gelen bir kavramdır. “Çeşitlilik” ise değişik ve farklı olan şeyleri ifade eder. Biyolojik çeşitlere de biz genel olarak “Tür” diyoruz. Bu yüzden biyoçeşitlilik, temel olarak türlerin çeşidi ve sayısıyla tanımlanabilir. Bilim adamları biyoçeşitlilik kavramını kullandıklarında genel olarak dünyadaki türlerin ezici bir çoğunluğunun yaşadığı tropikleri kastederler. İnsanlar günümüzde tropikal ormanları, dakikada 50-100 dönüme varan boyutlarda yok etmektedirler. Bu da biyoçeşitlilik açısından bakıldığında dünyadaki genetik enformasyonu da aynı hızla yok ettiğimizi gösterir. Bu yüzden biyoçeşitlilik, ekolojik sorunlar açısından önemli bir yere sahiptir. Biyoçeşitlilik ile ilgili bilinmesi gereken beş genel prensip vardır:
- Dünyadaki türlerin büyük çoğunluğu tropiklerde yaşar.
- Bozkırlar, sulak alanlar, kayalık kıyılar ve buna benzer değişik yaşam alanları, kendilerine özgü flora (bitki örtüsü), fauna (hayvanlar) ve de karakteristik mikroorganizmalara sahiptir. Karadeniz ormanlarındaki biyoçeşitlilik, iç Anadolu bozkırındaki biyoçeşitlilikle aynı değildir.
- Dünyadaki türlerin büyük çoğunluğu, başka hayvan ve bitkilerin içinde ya da üzerinde yaşarlar. Yani parazitlerde olduğu gibi ortak yaşam (simbiyoz) sürerler.
- Karmaşık habitatlar, basit habitatlardan daha çok tür barındırır (burada karmaşık sözcüğü, daha çok bitki çeşitliliğini anlatıyor). Bu tür karmaşık habitatla, genelde fiziki açıdan da farklı ortamlara sahiptir. İçinde dağlar, göller, ormanlar, nehirler olan bir ada, türler açısından daha zengindir, çünkü farklı arazi yapıları her zaman çok çeşitli bitkileri barındırır.
- Bizim tanıdığımız bütün tarım bitkileri ve evcil hayvanlar, bir zamanlar vahşiydiler. Özellikle tropik ormanlarda ekonomik potansiyeli keşfedilmemiş birçok hayvan ve bitki olabilir.
Gelelim can alıcı soruya: Bu kadar bol ot, çiçek, böcek ne işe yarar? İnsanın kurduğu uygarlıkla ne ilgileri var? Kısacası bize faydası var mı?
Doğabilimciler her ne kadar “faydalı-faydasız” kıyaslamasına karşı çıksalar da biyoçeşitliliğin insana tahmin edemeyeceğinizden çok “faydası” var. Biyolojik çeşitlilik, yaşamın zenginliğini gösterir ve 10 bin yıldan bu yana kurmaya çalıştığımız uygarlık, bu doğal zenginlikler üzerine kuruludur. Biyolojik çeşitlilik açısından zengin yabanıl ortamlar, ekonomik açıdan “gen rezervi” durumundadırlar. Örneğin buğday, domates, elma, mısır ya da daha başka ekonomik ve yaşamsal değeri bulunan bitkilerin ıslah çalışmalarında, bu bitkilerin yabani türlerinden yararlanılır. Yabani türler, ıslah çalışmaları için gerekli genler açısından son derece önemlidir. Bu nedenle yabanıl ortamların korunması, insanlık açısından büyük önem taşır.
Koruma hareketlerinde aktif olan bilim adamları çoğu zaman biyoçeşitlilik kaybını insan aktivitelerine bağlarlar. Bu bilim adamları, özellikle doğal yaşam alanlarının yok edilmesi üzerinde dururlar. Örneğin bozkırların, sulak alanlar ve ormanların tarımsal alana dönüştürülmesi… Doğal bir bozkırda birçok bitki ve hayvan türü yaşar. Ama bu bölgenin tarıma açılması sonucu burada sadece tek bir tür kalır; en azından çiftçinin umudu budur. O, örneğin yalnızca mısır yetişsin ister. Oysa tekdüze bir mısır tarlasında bile böcekler, zararlı otlar gibi başka tür canlılar mevcuttur.
Bunlar, tek tek yok edilmekle başa çıkılamayacak kadar küçük ve çokturlar. Bu yüzden çiftçiler tarafından zehirli ilaçlarla toplu olarak öldürülürler. Başka doğal yaşam alanlarında, örneğin tropiklerde ormanlar yakılır. Birkaç yıl zayıf toprak tabakası üzerinde tahıl ekilir, sonra da büyükbaş hayvanların otlatmasına açılır. Doğal alanların tahıl alanlarına dönüştürülmesi, daha önce farklılığın (heterojenite) var olduğu yerlerin tek tip canlılaşmasına (homojenleşme) neden olur. İşte biyoçeşitliliği böyle kaybediyoruz.
Ekosistem Nedir?
Ekosistem, tanımlanabilen bir alan içerisindeki biyolojik ve fiziksel oluşumların tümünün bir kombinasyonudur. Eğer bu tanım size çok aşırı bilimsel bir tanım gibi geliyorsa, bunun iki nedeni vardır. Birincisi bu gerçekten bilimsel bir tanımlamadır; İkincisi ekosistem teriminin zaten tam ve genel bir tanımını yapmak zordur. Ekosistemin ne olduğunu anlamak için belki de en iyi yol, bir doğa parçası içindeki tüm biyolojik ve fiziksel olayları, bitkilerin büyümesi, yağmur, ısı değişimleri, ortakyaşara, yabanıl yaşam, ölüm vb. göz önüne getirmektir. Mesela, bir bozkır ekosisteminde, geniş ve kuru bir arazi üzerinde ağırlıklı olarak otlardan oluşan bir bitki örtüsü vardır. Bölgeye özgü karakteristik omurgalı hayvanlar ağırlıkla otoburlardan oluşur. Ortamın temel şekillendirici fiziksel etkenleri ise ateş, rüzgar ve aşırı sıcaklık değişimleridir. Eğer bozkır örneğinden sıkıldıysanız, bir mercan adasında ya da bir çöldeki ekosistemi veya tropikal orman ekosistemini düşleyebilirsiniz.
İnsan müdahalesi olmadıkça, ekosistemler uzun dönemler boyunca sabit kalma eğilimi gösterirler. Dünyanın tarihi boyunca ekosistemlerin tahrip olması hep büyük doğa olaylarıyla ilintili olmuştur. Kıtaların kayması, okyanuslarda su seviyelerinin azalıp artması, buzul devirleri gibi… Fosil kalıntıları, bizlere kıtaların bir kısmının son 100 milyon yıl içerisinde dramatik değişimlere uğradığını göstermekte. Örneğin Kuzey Amerika’nın buğday ve mısır ambarı olan büyük düzlükler, bir zamanlar tuzlu suyla dolu olan bir denizin yatağıydılar. Bu yüzden Nebraska gibi yerlerde, son derece yoğun olarak su canlılarının fosillerine rastlanır. Genelde bu tür değişimler oldukça yavaş olur, en azından biz insanların zaman kavramına göre ele alındığında. Kansas’ın içinde devasa canlıların yüzdüğü büyük bir tuzlu deniz halinden, uçsuz bucaksız çayırların üzerinde mamutların, bizonların koşuşturduğu bir düzlük haline gelmesi milyonlarca yıl sürmüştür. Bugün Türkiye’nin korunması gereken en önemli bozkır alanı olan Orta Anadolu’da 5 milyon yıl önce büyük bir iç deniz vardı…
Ekosistemlerdeki temel dizge, enerji akışı ve kapalı döngüler üzerine kurulmuştur. Bir canlı enerji sayesinde hareket eder, avlanıp beslenir, iş yapar. Enerji, kabaca “doğadaki karbon-azot dönüşümü” dür diyebiliriz. Bu döngü şöyle işler:
İnsanlar dahil, bütün canlıların yaşayabilmek için proteine ihtiyaçları vardır ve protein, azot olmadan üretilemez. Soluduğumuz havanın %78’i azot olmasına rağmen, hiçbir canlı gaz halindeki azotu kullanamaz. Azot, daha karmaşık bir yoldan elde edilir: Yani gıdalardan.
Ekosistemlerin bozulması, canlıların varoluşu ve geleceği için büyük tehlike taşır. Örneğin bir doktor, hastasının sağlık durumunu renginden, nabız atışından, kan ve idrar tahlilinden tespit edebiliyorsa, doğabilimciler de bir ekosistemin bozulmasını aynı biçimde tespit ederler. Ekosistem içinde bulunan bir göldeki balıkların azalıp suyun yeşil rengini değiştirmesi, kuşların azalması, kemiricilerin büyük boyutlarda çoğalması gibi pek çok açıdan ekosistemin sağlığını tespit ederler.
Kim kimi yer?
Charles Darwin, evrimin ana itici gücünün rekabet olduğuna inanıyordu. Post Darwinist bilim adamları ve politikacılar da bu ilkeyi benimseyip onu başka teorilere dayanak yaptılar. Örneğin, bugün ahlaki açıdan zayıf bulduğumuz sosyal Darwinizm gibi. Bununla beraber, rekabet yine de toplumumuzun ayrılmaz bir parçası. Eğer tarihi ve arkeolojik kayıtlar doğru ise bu durum binlerce yıldır da geçerli. Fakat ekolojistler için rekabet kavramı spor, savaş ve politikanın dışında başka bir anlam taşır.
Bunu anlayabilmek için örneğin şu tür soruların cevabını bulmamız gerekir; Organizmalar ne için yarışırlar? Bu yarışma nasıl gerçekleşir? Yarışmanın sonuçları nelerdir?
Bu arada başka bir soruyu da sormamız gerekir: Organizmalar her zaman birbirleriyle rekabet ederler mi? Bu son sorunun cevabı basittir: Hayır!
Rekabet konusunu tartışırken öncelikle kaç tür canlının olayda rol aldığını belirlemeliyiz. Aynı türün değişik bireyleri arasında gerçekleşen rekabete “tür içi rekabet” diyoruz. Değişik türlerin birbirleriyle olan rekabetini ise “türler arası rekabet” olarak adlandırıyoruz. Fazla biyoloji bilgisi olmayan ortalama bir insanın rekabet denince aklına gelen ilk şey, türler arası rekabet olur. Sonuçta atletizm aslanlarla ayıları, bülbüllerle şahinleri yarıştırır. Halbuki doğada tür içi rekabet (örneğin aslanlar arasındaki rekabet) çoğu zaman karşılaşılan durumdur. Çünkü en basitinden aynı türün bireyleri, beslenmek için aynı belirli kaynağa ihtiyaç duyarlar. Aynı zamanda çiftleşmek için de genellikle hemen yakınlarındaki türdeşleri arasından bir eş seçerler. Bu konuda en basit kural şudur: Genellikle bizler, bize en çok benzeyenlerle yarışırız. Bu genel kural bütün organizmalar için geçerlidir. Canlıların birbirleriyle tipik olarak yarıştıklarını söyleyebilmemiz için iki koşulun oluşması gerekir:
- Bu canlılar aynı ortak kaynağı kullanıyor olmalıdır.
- Bu ortak kaynak, bir biçimde kısıtlı olmalıdır.
Bunlar, Charles Darwin tarafından tarif edilen doğal ayıklanmanın iki önemli koşuludur. Bir başka önemli koşul da aynı türün üyelerinin o kaynak için yarışma yeteneklerinin değişik olmasıdır. Bu üç koşul yerine geldiğinde, doğanın o kaynak için yarışmada kazanma şansı en yüksek bireyleri “ayıkladığı” söylenebilir. Ancak burada kazanmak, normal bir insanın kafasındaki “kazanma” düşüncesinden farklı bir anlam taşır. Doğada kazanmak demek, rakiplerinden daha fazla üreyebilmek demektir. Bu yarışmadaki puanlar, hayatta kalıp yetişkinliğe erişen yavru sayısıyla belirlenir. Hayatta kalmak demek de sonuçta yine üreyebilmek demektir.
Yarışma, bazen aynı türün bireyleri arasında olmaz; birden fazla canlı türü aynı sınırlı kaynak için yarışırlar. Bunun için örnek olarak tropikal bir bitkinin üzerindeki çiçekleri verebiliriz. Bu çiçeklerdeki bal özü için yarışan canlıların arasında değişik türde böcekler olabileceği gibi, bir sinekkuşu da olabilir. Doğal yaşamla ilgili bilgilerini çoğunlukla TV belgesellerinden öğrenen ortalama bir vatandaş, doğal sistemlerin tamamıyla yarışmaya dayalı olduğu fikrine kapılabilir. Halbuki biz, doğadaki her kaynağın kısıtlı olmadığını biliyoruz.
Örneğin otoburlar için büyük bir çayırdaki otlar, hiç de sınırlı miktarda sayılmazlar. Bu durumda şöyle bir soru sorabiliriz: Bizonlar, acaba karakteristik özelliklerini büyük düzlüklerdeki otlar için yarışarak mı edinmişlerdir? Cevap, büyük bir ihtimalle “Hayır” dır. En yakın tahminimiz, bizonların çiftleşecek eş bulma konusunda yarışmış oldukları, fizyolojik ve davranışsal özelliklerini iklimsel şartlara uyarak edindikleridir.
Kısıtlı bir kaynak için yapılan rekabet oldukça gösterişsiz olabilir ve yarışmanın uzun vadeli sonuçları da hemen gözlenemeyebilir. Güneş ışığı neredeyse sınırsız olmasına rağmen bitkiler, güneş ışığı için yarışabilirler. Burada sınırlı olan şey, büyüyüp yapraklarını güneşe uzatabilmesi için gerekli olan mekan ve sudur. Bir bahçede ekili olan turp tohumlarını azaltırsanız, tür içi yarışmayı da azaltmış olursunuz.
Rekabet doğrudan da olabilir. Bir çiçekten polen almakta olan bir arı, o sırada başka bir arının aynı yerden polen almasını fiziki açıdan engellemiş olmaktadır.
Rekabet dolaylı da olabilir. Hayvanlar, her zaman da dolaylı bir rekabet içindedirler. Bir sineği yemekte olan bir peygamber böceği, bu sineğin başka bir zamanda veya başka bir yerde başka bir peygamber böceğinin midesine inmesini de engellemiş olmaktadır. Kısacası her iki örnekte görüldüğü gibi bir canlının yaptığı bir eylem, başka bir canlının yaşamını etkilemektedir; pratikte olmasa da potansiyel olarak bu böyledir.
Rekabetin algılanması ve sonuçlarının gözlenmesi, oldukça güç ve karmaşık olduğundan bilim adamları, bu konudaki araştırmalar için çok fazla çaba sarf etmektedirler. Şimdiye kadar ki tüm araştırmalardan çıkan sonuçlar ise şunlar:
- Rekabet, bütün canlıların yaşamında her zaman var olan ve onların hem birey, hem de tür olarak yaşamlarını etkileyen güçlü bir etkendir. Rekabet, bir organizmanın yaşamak için ihtiyaç duyabileceği her şey ile ilgili olabilir. Yeter ki o “her şey” kısıtlı miktarda olsun. Hemen her yarışmanın sonucu, basit biçimde, varoluşunu sürdüren canlının ve ortaya çıkan yavruların sayısıyla ölçülebilir.
- Canlılar, rekabet için sahip oldukları tüm imkanları kullanırlar. Bunların bazıları diken, tırnak, diş, boynuz gibi “silahlar” olabileceği gibi, özel kokular, kimyasal maddeler, renkler, davranış biçimleri, çevresel şartlara tepki gibi faktörler de olabilir.
- Türler arasındaki rekabet, çevre faktörleri tarafından da belirlenebilir. Belirli bir çevreye bir tür daha iyi uyum sağlarken, başka bir tür daha başka bir ortamda daha fazla üreyebilir.
- Rekabet, hâlâ evrimsel çeşitliliğin ana nedenlerinden birisi olarak kabul edilmektedir. Ancak tek neden değildir. Bunun yerine üretkenliği azaltan kromozom değişiklikleri gibi “yalıtıcı mekanizmalar” bitki ve hayvan çeşitliliğinin ana nedeni olarak daha çok kabul görmekteler. Ve tabii ki değişimler (mutasyon), yani genetik materyal üzerindeki ani DNA veya kromozom değişiklikleri evrimsel değişim için çok önemli faktörlerdir.
- Bitkiler, su, topraktaki mineraller ve güneş ışığı için yarışırlar. Bitkiler aynı zamanda başka bitkileri öldürecek veya üremelerini engelleyecek zehirli kimyasalları toprağa salarak da yarışırlar. Hayvanlar arasındaki rekabetin önemli bir kısmı ise çiftleşecek eş bulma üzerine kuruludur.
- Bir etoburu, bir hayvana saldırırken gördüğümüzde, örneğin TV’de bir antilopu kovalayan bir leopar, avcı ve av ilişkisindedir. Birbirleriyle rekabet içerisinde değildir. Eğer leoparın yarıştığı birisi varsa, o da başka leoparlardır. Çünkü en hızlı koşan leopar, avı yakalar ve beslenerek varoluşunu sürdürür. Tersinden baktığımızda antilop da leoparla değil, diğer antiloplarla yarışmaktadır ancak bu kez kaçış hızı konusunda.