Tohum Şirketlerinin Hegemonyası
On bin yıl kadar önce bereketli hilal denen ve Türkiye’nin de güneyini içine alan bölgede, muhtemelen bir kadının, barınağına giderken sendeleyerek elindeki tohumları yere dökmesiyle, buğdayın atası olan bitkiler çimlendi ve tarım böylece başlamış oldu. Modern buğdayların atası olan, ülkemizde “kaplıca” olarak bilinen einkorn (T. monococcum) dağlık bölgelerde hâlâ yetiştirilmektedir. On bin yıl önceki genetik materyalden günümüzdeki çeşitlere varışta gelmiş geçmiş bütün çiftçilerin yaptığı seçmeler son derece önemlidir. Tarım devrimi başında, aslında yabancı ot olan buğdayın ataları olgunlaşınca başaktan çatlayarak tohumlarını yere saçıyor, hasadı imkânsızlaştırıyordu. Çiftçiler başakların çatlayarak tohum saçmayanlarını seçmek suretiyle on bin yıllık ıslah sürecini başlattılar. Buğday Anadolu’dan bütün dünyaya yayıldı. Patlıcan ve biber 300 yıl kadar önce, domates 100 yıl kadar önce Amerika’dan Anadolu’ya geldi. Ve hepsi artık bütün insanlığın oldu. Buğday, arpa, çeltik ve diğer bitkiler, binlerce yıl boyunca tohumun içinde birikmiş büyük ve zengin çiftçi bilgisini temsil ederler. Modern bitki ıslahçıları bazen bunu unutarak kendilerini yeniliklerin ve fikri mülkiyetin tek kaynağı olarak görürler.
Öte yandan, modern ıslah çalışmalarında verim artışı sağlanırken besin maddelerinde düşüş gerçekleşmektedir. Büyüme hızıyla zararlılara ve hastalıklara dayanıklılık, verimle zararlı otlara dayanıklılık arasında ters yönde ilişki vardır. Bu nedenle endüstriyel çeşitlerle yapılan tarım neredeyse kaçınılmaz olarak kimyasallarla gerçekleştirilebilmektedir. ABD’de yapılan bir araştırmada, 1950-1999 yılları arasındaki 50 yıllık süre içinde 43 sebze ve meyvede bulunan 13 besin maddesinin değerlerinde düşmeler görülmüştür. Örneğin, askorbik asit (C vitamini) ıspanakta % 52, soğanda % 28 oranında; demir soğanda % 56 ve ıspanakta % 10 azalmıştır.
Bütün dünyada yerel tohumlar kaybolmaktadır. ABD’de sebze tohumu çeşitleri % 95’lere varan oranlarda yeryüzünden silinmiştir. Yerel çeşitler genellikle dağ köylerinde ve yaşlı kadınlarca saklanmaktadır. Bu yaşlılardan biri öldüğünde bütün tohum sandığının çöpe dökülmesi muhtemeldir. Ova köyleri büyük ölçüde endüstriyel tarıma ve şirket tohumlarına teslim olmuştur. Anadolu’da köylüler şirket tohumlarına “satın tohum” demektedir.
Tohum Şirketlerinin Hegemonyası
1960 sonrası “yeşil devrim” denilen süreçte çiftçiler tohumlar üzerinde güçlerini kaybettiler. Bu sürecin ekolojik, ekonomik ve sosyal maliyetinin ağırlığı yeni anlaşılmaktadır. Dünya tohum ticaretinde büyük bir tekelleşme eğilimi görülmektedir. Dünya tohum ticaretinde, ilk on tohum şirketinin pazar payı % 57 olmuştur. En büyük şirket olan Monsanto pazarın yaklaşık beşte birine sahiptir. Bu şirketlerin çoğu aynı zamanda tarım kimyasalları veya ilaçları denilen herbisit (ot öldürücü), fungisit (mantar öldürücü), insektisit (böcek öldürücü) üretici ve satıcılarıdır. Tarım kimyasalları üretiminde pazarın % 84’ünü elinde tutan ilk on şirketin beşi, Monsanto, Dupont, Syngenta, Bayer ve Dow GDO’lu tohum piyasasında da çok büyük ağırlığa sahiptir. Tohum piyasasının tekellerle büyüme eğilimi yanında, tarım kimyasalları ve GDO araçlarının birlikte kullanımı şirketleri kat kat büyütmektedir. Şirketlerin tohum çeşitlerinin ancak kimyasal ilaç ve gübrelerle yetiştirilebilecek özellikte ıslah edilmeleri çiftçileri tarım ilaçlarını almaya zorlamaktadır. Örneğin GDO yöntemleriyle herbisite dayanıklı bir mısır çeşidi geliştirilmektedir. Ancak kullanılacak herbisit üretici şirketin herbisitidir. Dolayısıyla tohum ve herbisit beraber pazarlanarak birbirlerinin satışını arttırmaktadır. Bu dev şirketler böylece tohum, tarım kimyasalları ve GDO’yu birlikte kullanarak tarım alanında tarihin tanık olmadığı bir hegemonyaya doğru ilerlemektedir. Ancak bu başarılarının sağlamlaşması için tarım politikalarını ve yasaları da istekleri yönünde oluşturmaya çalışmaktadırlar.
Şirketlerin tohum çeşitlerine sahip çıkma yollarından biri patentlemedir. Bu, tohumları parayla satmaktan farklıdır. Çoğaltılan tohumlar satılabilir. Patentte ise şirketler belli bir çeşit üzerinde fikri mülkiyet hakları olduğunu iddia ederler. Büyük tohum şirketleri gelişmekte olan ülkelerin yerel tohumlarıyla, kamu kuruluşlarına ait gen merkezlerindeki tohumlara el koymaktadır. Buna “biyokorsanlık” deniyor. Bir çokuluslu şirket Hindistan’ın basmati çeşidi pirinci için kendi adına patent çıkartmıştır. Bir sanayi ürününü geliştirenin fikri mülkiyet hakkı bile eleştirilmektedir. Zira her ürünün geliştirilmesi sürecinde başka bilgilere ihtiyaç duyulur ve bu bilgileri üretenler hiçbir bedel talep etmezler. On bin yıldır binlerce kuşak köylü tarafından geliştirilmiş tohum çeşitlerine birkaç gen ekleyip çıkarmak, şirketlere tohum çeşitleri ve genleri üzerinde fikri mülkiyet hakkı vermemelidir.
Tohumculuk Kanunu
Türkiye’de 31.10.2006’da TBMM’de kabul edilen 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu, yerel çeşitler veya köy popülasyonları şeklinde tanımlanan genetik materyalin ticaretini yasaklamaktadır. Kanunun 5. maddesi “Bakanlık tarafından, bitkisel ve tarımsal özellikleri belirlenerek, sadece kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine izin verilir.”; 7. maddesiyse “Yurt içinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilir” demektedir. Kanunda “tescil” şöyle tanımlanmaktadır: “Yurt içinde veya yurt dışında ıslah edilen veya bulunan ve geliştirilen bitki çeşitlerinin farklı, yeknesak ve durulmuş olduğunun ve/veya biyolojik ve teknolojik özellikleri ile hastalık ve zararlılara dayanıklılığının ve tarımsal değerlerinin tespit edilerek kütüğe kaydedilmesidir”. Farklılık, bir çeşidin, müracaatının yapıldığı tarihte herkesçe bilinen çeşitlerden, tescile esas özelliklerden, en az bir tanesi bakımından farklılık göstermesi; durulmuşluk ise çeşidin, tekrarlanan üretimlerden sonra veya belirli çoğaltım dönemleri sonunda ilgili özellikleri değişmeksizin aynı kalmasıdır. Yerel çeşitler veya köy popülasyonları ise mutlaka farklı, yeknesak veya durulmuş olmak zorunda değildir. Genetik açıdan farklılaşma (varyasyon) bulunmaktadır ve bu aslında iyidir. Örneğin, Torbalı dağ köylerinde ilginç bir patlıcan çeşidi görüyoruz; aynı tarlada üretilen patlıcanların hiçbiri diğerine benzemiyor. Renkleri sarı, mor, beyaz, siyah olabiliyor. Yerel tohumların biyoçeşitlilik açısından zenginliklerini ortaya koyan bu farklılıklar, tohum olarak satılmamaları için gerekçe olarak kullanılabilecektir. Tohumculuk Kanunu bu genetik kaynaklardan elde edilen tohumlukların çiftçiler arasında değişimine açık olmakla birlikte ticaretine yasak getirmektedir. Kısacası köylünün, çiftçinin yerel tohumları satması yasaklanmıştır. Benzer özellikler birçok diğer ülke yasasında da bulunmaktadır. Bu yasalarla çokuluslu tohum şirketleri hegemonyalarını pekiştirecek yeni bir güç kazanmaktadır.
GDO’ya Hayır Platformu, Ziraat Mühendisleri Odası ve Ekoloji Kolektifinin hazırlık ve çabalarıyla yasaya karşı Anayasa Mahkemesinde dava açılması sağlanmıştır. Dört yılı aşkın bir süreden sonra dava 13.01.2011’de karara bağlandı ve 21.01.2011’de Resmi Gazete’de yayımlandı. Oybirliğiyle alınan karar özet olarak, küçük bir istisnayla başvurunun reddi anlamına gelmektedir. Kanunun 15. maddesinde tohumculukla ilgili Tarım ve Köyişleri Bakanlığının üretime yön verme, sertifikasyon, tohumluk ticaretine yön verme, piyasa denetimi gibi yetkilerinin Türkiye Tohumcular Birliğine, üniversitelere veya özel hukuk tüzel kişilerine verilmesi öngörülüyordu. Kanunun 8.maddesinde ise tohumculukta denetim yapma yetkisinden söz edilmektedir. Anayasa Mahkemesi sadece 15. maddede sözü edilen özel hukuk tüzel kişilerinin 8.maddede belirtilen denetim yapma yetkisini iptal etmiştir. Bakanlığın yetkilerini, çoğunlukla yabancı tohum şirketlerinin hakimiyetinde olan Türkiye Tohumcular Birliğine devretmesi hakkında ise bir iptal olmamıştır. İstenirse “denetim hariç” yetkiler özel şirketlere verilebilir.
Tohumculuk Kanunu değiştirilmelidir. Yapılacak olan yerel tohumların kaybolmadan üretilmesi ve gelişmesini sağlamaktır. Bunun için öncelikle, ilki 2010 Eylül ayında Torbalı’da, İkincisi 2011 Şubat ayında Seferihisar’da yapılan tohum takası şenlikleri gibi faaliyetler gerçekleştirilmelidir. Yerel düzeyde tohum ağları, dernekleri kurulmalıdır. Yerel tohumlardan üretilen ürünler köy pazarlarında ve tüketim kooperatiflerinde satılmalıdır. Bunlara belediyeler öncülük yapmalıdır. Yerel tohumlarımızın kaydının devletin yanında çeşitli düzeylerde, özellikle çiftçi ve çevre örgütleri elinde tutulması son derece önemlidir. Özellikleri kaydedilmeli, yapılabildiği ölçüde gen haritaları çıkarılmalıdır. Bunlarla yapılan yemekler kitap vb. şekillerde kayıt altına alınmalıdır. Yoksa çalınmaları ve patentlenmeleri daha kolay olur.
Köy çeşitleri veya köy popülasyonları (heirloom/atalık tohum) bütün dünyada büyük bir önem kazanmaktadır. Yerel tohumlar iklim değişikliklerine daha çabuk uyum gösterdiklerinden, küresel iklim değişikliği açısından avantajlıdır. Hiç kimyasal ilaç ve gübre kullanılmadan yetiştirilebilmektedir. Az suyla veya sulamadan da yetiştirilebilenleri vardır. Yerel tohumlardan üretilen ürünler daha besleyicidir. Bitki ıslahçısı bilim insanları ve köylüler el ele, katılımcı ıslah yaklaşımıyla kimsenin malı olmayan özgür tohumlar geliştirebilirler.