Tarım Zararlılarıyla Kimyasal Savaş
Bir yağmur damlası, sessizce düşer toprağa. Aslında bir bomba patlar toprakta ama siz duymazsınız. Binlerce tek hücreli sağa sola kaçışır, milyonlarca su molekülü, toprağın özü olan tozların arasında kaybolur. İnsanların dünyasına pek benzemeyen ve insanlarca pek de önemsenmeyen bambaşka bir süreç başlar. Moleküller bozulur, ayrışır, yerlerine yenileri oluşur, ayrışır… Sonra ot deyip geçtiğimiz mütevazı bir yabani bitkinin köklerindeki kılcal damarlar, suyla birlikte onları hazla ve sabırla emerler…
Bu süreç, mavi gezegenimizin kabuğuna ilk yağmur damlası düştüğünden bu yana aynıdır. Toprağa yalnızca yağmur damlaları düşmüyor. Sessizce yağan başka maddeler de var. İnsanların fabrika ve laboratuvarlarda özenle hazırladığı bu maddeler, suyla karışıp toprağa düştüklerinde, onları emen otlar kuruyup yok oluyor. Onlara bulaşan böcekler, böcekleri yiyen daha başka böcekler ve canlılar, sessizce ölüyorlar. Bu maddelerle beslenmiş canlıları, yiyen insanlarda kanser oluşumları gözleniyor. Tarım zararlılarıyla kimyasal savaş deniliyor bu yapılana…
Uygarlığın son 60 yılda geliştirdiği bu kimyasal maddeler, günümüzde enine boyuna sorgulanmaya başlandı. Verimlilik, sağlık, üretim artışı adına yapılan bu savaşın ortaya çıkarttığı olumsuzluklar bilim adamlarını kaygılandırıyor…
Kimyada tarım zararlılarını ve her türlü hastalık yayıcı canlıları kontrol etmek amacıyla kullanılan maddelere “pestisit” adı verilir. Pestisitler, kullanıldıkları zararlı türüne bağlı olarak adlandırılırlar.
Örneğin zararlı ve hastalık yayıcı böcek, sinek gibi canlılara karşı kullanılan pestisitlere “insektisit” denilir. Tarım ve ormancılıkta zararlı bitkilere karşı kullanılanlara “herbisit“, mantarlara karşı kullanılanlara “fungusit“, kemirgenlere karşı kullanılanlara “rodentisit”, salyangoz ve sümüklüböceklere karşı kullanılanlara “mollusit“, toz böceklerine karşı kullanılanlara “akarisit“, solucan gibi zararlılara karşı kullanılanlara da “nematosit” denir. Sayılan pestisit türlerinin ilk ikisi, hemen hemen tüm dünyada oldukça yaygın. Bunlara oranla fungusitler biraz daha az, son üç tür pestisit ise çok daha az kullanıyor.
Dünyada ilk olarak 1939 yılında yaygın bir biçimde kullanılmaya başlayan pestisitlerin kullanım amaçları herkesçe hemen hemen bilinmektedir. Bugün tüm dünyadaki tarım potansiyelinin %30 kadarı, tarım zararlıları tarafından yok edilmekte. Sivrisinek, çeçe sineği gibi zararlılardan kaynaklanan salgın hastalıklar da az gelişmiş ülkelerde hâlâ salgınlara neden olmaktalar. Bu tür olayların önüne geçebilmek amacıyla 1939 yılında ilk olarak DDT kullanıldığında, bu alanda bir çığır açıldığı sanılmıştı. Çünkü kısa dönemde oldukça olumlu sonuçlar alınmıştı. Gerçekten de kimyasal özellikleri bakımından DDT incelenirse, ilk bakışta çok yararlı ve masum bir insektisit gibi görünür.
DDT, kimyasal olarak oldukça kararlı (sağlam) bir maddedir. Suda çözünmediği için uygulandığı yerde son derece kalıcıdır, 20 yıla kadar kaldığı kanıtlanmıştır. En önemlisi ise “kısa zaman içinde” insan ve memeli hayvanlar için toksit (zehirli) etkileri oldukça azdır. Tüm dünya, bu yüzden DDT’yi 1939’dan 1960’lı yılların başına kadar yoğun bir şekilde kullandı ve yaklaşık yeryüzüne bu zaman içinde 2 milyon 500 bin ton DDT atıldı. Gözle görünür bazı yararlar sağlandığı inkar edilemez. Örneğin 1948 yılında 2 milyon 800 bin sıtma olayı kaydedilirken bu sayı 1963 yılında 17’ye indi, ancak Dünya Sağlık Örgütü’nün 1964 yılında DDT uygulamasını bir süre durdurmasından sonra, beş yıl içinde tekrar 2 milyon 500 bin sıtma olayı gözlendi. Bunun anlamı şudur: DDT, ancak uygulandığı yılda, kısa süre içinde etkili olmakta, kalıcı etkisi uzun süre içinde zararlılarda değil, gelişmiş canlılarda görülmektedir.
DDT’ye karşı ilk başkaldırı, 1962 yılında çağdaş çevreciliğin en önemli isimlerinden olan Amerikalı kadın yazar Rachel Carson’un Silent Spring (Sessiz İlkbahar) adlı kitabında görüldü. Kitap, o yıllarda DDT’nin zehirli etkileri tam anlamıyla bilinmediğinden, zararlarını ekolojik açıdan anlatıyordu.
Gerçekten de DDT’nin ekolojik etkileri konusunda yaşanmış pek çok olay var. Örneğin Borneo Adası’nda yaşananlar… 1960’lı yıllarda Dünya Sağlık Örgütü, Borneo’da sıtmaya karşı yoğun olarak DDT kullandı ve sivrisineklerin tamamına yakın kısmını öldürmeyi başardı. Ancak bu arada eşekarıları ve diğer avcı uçucu böcekler de öldü, DDT her yere bulaştı. Eşek arıları, tırtıl ve diğer yer böceklerini yiyen dengeleyici canlılar olduklarından, Borneo’da o yıl tırtıl ve böcek popülasyonu şiddetle arttı. DDT’li yüzeylere sürünen bu böcekleri ve ölmüş böcekleri yiyen kertenkelelerle kuşlar, kısa sürede öldü. Bu kertenkeleleri yiyen birçok kedi de yok oldu ve DDT’den daha az etkilenen farelerin popülasyonu normalin çok üstünde arttı. Bu beklenmedik gelişmeler üzerine Borneo hükümeti, komşu ülkelerden kedi istemek zorunda kaldı.
1960-1974 yılları arasında yapılan araştırmalar, DDT’nin daha tehlikeli özelliklerini ortaya çıkardı. Bunlar maddeler halinde şöyle özetlenebilir;
- Birçok böcek, ilk uygulamalarda DDT’den etkilenseler de daha sonra DDT’ye karşı bağışıklık kazanıyorlar.
- İlkel canlıdan gelişmiş canlıya uzanan ilişki ve besin zincirinde DDT “biyolojik birikimi’nin“ şiddetle arttığı gözlendi.
- En önemlisi uzun zaman içinde DDT’nin insan ve memelilerde kanser yapıcı (karsinojen) etkileri olduğu kanıtlandı. Bir başka deyişle böceklerin DDT’ye karşı bağışıklık kazanmaları tespit edilirken, gelişmiş canlılarda bu türde bir bağışıklık gözlenemedi.
- DDT’nin son olumsuz etkisi ise az önce Borneo örneğinde belirttiğimiz gibi ekolojik sistemi aşırı etkilemesi. Tüm bu sonuçlar nedeniyle ABD ve birçok gelişmiş ülke, 1972 yılından itibaren DDT’nin ülkelerinde kullanımını yasakladı. Buna karşın bilimsel temeli olan yeni pestisitler üretmek ve yeni çözüm yolları arayışına da girdiler. Birçok yeni ve farklı pestisit ürettiler. Bugün pestisit olarak tarım sektöründe kullanılan kimyasal maddeleri, aşağıdaki tabloda olduğu gibi basitçe sınıflandırabilip açıklayabiliriz;
İnsektisitler | Herbisitler | |||
Kalıcı Etkisi Olan | Kalıcı Etkisi Olmayan | Klorofenil Yapılılar | Bipiridil Yapılılar | Triazin Yapılılar |
Bunlar DDT benzeri klorlu organik maddelerdir. Eldrin, dieldrin klordan, gammekzan hektaklor, lindan, mireks gibi toksik (zehirli) etkileri fazla olmayan maddelerdir. Ancak biyolojik birikim bunlarda çok fazladır ve kolay parçalanmazlar, yok olamazlar, uzun süre içinde kansere sebep oldukları kesin olarak kanıtlanmıştır. | Bu grup, 3-4 günden 50-60 güne kadar toprakta ışık, havadaki oksijen ve bakteriler tarafından parçalanırlar. Malathion, parathion, diazinon, basudin, DOVP, karbaril, guthion gibi organik fosfor bileşikleridir. Toksik (zehirli) etkileri diğer insektisitlere göre oldukça fazladır. | Atrazin gibi maddelerdir. Biyolojik birikimlerine rastlanmamıştır. Ancak uygulamadan kısa süre sonra çiftlik hayvanlarının kan ve sütlerinde gözlenmiştir. Uzun süre içindeki etkileri henüz bilinmiyor. | Paroquat, diquat gibi toksik (zehirli) maddelerdir ve hücre zarlarını parçalarlar. | Ülkemizde çok kullanılan 2.4-D 2, 4, 5-T, PCP gibi klorlu organik maddelerdir. Son derece kalıcı etkileri vardır. Ayrıca toprakta parçalanarak çok toksik TCDD maddesinin oluşumuna neden olurlar. TCDD, son yıllarda kimyasal silah olarak öne sürülen bir madde. |
Bu tabloda yer alan kalıcı olmayan insektisitler, kalıcı etkisi olan insektisitlere alternatif olması bakımından, 1970’li yıllardan sonra çok fazla miktarlarda üretilmiş kimyasal maddelerdir. Kimya endüstrisi tarafından üretilen tüm pestisitler arasında toksik ve karsinojen (kanser yapıcı) etkisi olmayan yoktur. Hemen hemen çevre dostu olan herkesin ağzında dolaşan biyolojik birikme (biyoakümülasyon), kalıcı pestisitlerde kolayca tayin edilebildiği halde, kalıcı olmayanlarda mevcut analitik cihazlarla kolayca takip edilememekte. Ancak bu durum, kalıcı olmayan pestisitlerin biyolojik birikim yapmadığı anlamına gelmemelidir. Çünkü bu pestisitler toksik maddelerdir, hiçbir etkileri olmadığını varsaysak bile ekolojik dengeleri etkilediği gerçektir. Bundan dolayı gelişmiş ülkelerde 1980’li yıllardan bu yana pestisit kullanımı gitgide azaltılıyor. Kimyasal maddeler yerine daha farklı yöntemler geliştiriliyor.
Türkiye’de 1985 yılında DDT kullanımı yasaklanmış olmamakla birlikte, kontrol dışı DDT kullanımı sürüyor, bunun yanı sıra kalıcı olmayan pestisit kullanımı ise tüm hızıyla devam ediyor. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın verilerine göre bugün Türkiye’de, yaklaşık olarak hektar başına 1,3 kg kadar pestisit kullanılmakta. Bu değerler ABD’de 2,2 kg, Avrupa Birliği ülkelerinde 3-3.5 kg olarak verilmekte. Fakat bu ülkelerdeki kullanım teknikleri ve kullanılan pestisit türleri ile Türkiye’dekiler oldukça farklıdır. Türkiye’de zamanlama ve uygulamadaki mekanizasyon konusunda ciddi yanlışlıklar bulunuyor. Bu rakamsal değerleri karşılaştırarak “Türkiye’de pestisit kirlenmesi gelişmiş ülkelerden azdır” demek doğru olmaz.
Çünkü ABD’de 1975 yılından sonra insektisit ve 1982 yılından sonra herbisit kullanımında oldukça büyük azalmalar vardır.
Bu arada 1980 sonrasında ABD ve diğer gelişmiş ülkelerde “pest management” adı altında yeni bir uzmanlık alanı doğdu ve kimyasal maddelere alternatif olacak biçimde, bilimsel tabanı olan yeni kontrol yöntemleri ortaya çıktı. Bu yöntemlere örnek olarak şunlar verilebilir:
- Genetik mühendisliği sayesinde bazı yeni genetik yapıda bakteriler üretilmekte ve bu bakterilerin ürettiği doğal toksinler, zararlıları kontrol altında tutabilmektedir.
- Başka bir yöntemle büyüme hormonları ile oynayarak veya feromonlar kullanarak yalnızca zararlı türünü son derece seçici olarak kontrol altında tutmak mümkün olmaktadır.
- Zararlı türleri yiyen avcı böceklerin geliştirilmesidir.
- Bir diğer yöntem, erkek böceğin üreme organları radyasyon ile köreltilmekte ve bu böcekler ortalığa salınarak yeni kuşakların meydana gelmesine mani olunabilmektedir.
- Bunların yanı sıra doğal maddeleri kullanarak “glifosat” adı altında yeni tür herbisitler de üretiliyor. Bu tür herbisitler, istenen bitkilerin dışındaki bitki türlerini seçici olarak yok edebiliyor.
Bu yeni yöntemlerin neler getirip neler götüreceği, ancak önümüzdeki yıllarda uygulamalardan sonra gözlenebilecek. Ancak DDT’den alınan derslerden dolayı bu uygulamaların zararlı olabilecek etkilerini önceden kestirebilmek mümkün.
Türkiye’de genel olarak uygulama biçimi, kullanım yeri ve pestisitin seçiminde hatalar yapılmakta. Bu nedenle sürekli topraklarımız, akarsular ve göllerimiz, hatta yeraltı sularımız devamlı kirlenmektedir. İzotop izleme yöntemleri ile yapılan araştırmalar, tarlada daha yaprak döneminde mısırlara püskürtülen fosforlu ve kalıcı olmayan türdeki insektisitin bu tarladan elde edilen mısırdan elde edilmiş mısır özü yağına kadar ulaştığını göstermektedir. Buna rağmen Pestisit analizleri HPLC (yüksek basınçlı sıvı kromatografisi), MS/MS (tandem kütle spektrometresi) gibi son derece pahalı ve gelişmiş analitik cihazlarla yapılabilmektedir. Bu cihazlar, çok az sayıdaki araştırma laboratuvarında bulunmaktadır.
Üreticileri yalnızca birim alandan daha fazla mahsul almak ilgilendiriyor. Ayrıca çeşitli amaçlarla ithal edilen veya yerli sanayinin ürünü olan yaklaşık 4996 çeşit ruhsatlı tarım ilacının bulunduğu bir ülkede yaşıyoruz. Bu nedenlerle tüm çevre dostlarına çok daha fazla sorumluluk düşüyor. Hiç olmazsa mevcut ekolojik dengeleri koruyabilmek için kimyasal maddelerin daha fazla topraklarımızda birikmesine mani olmamız gerekiyor. Bunun için de yapılması gereken işlerden bir tanesi, tüm çevremizi bilinçli pestisit kullanmaya zorlamak. Özellikle zamanlama ve uygulama biçimi üzerine bütün kullanıcıların uyarılıp bilgilendirilmesi gerekiyor .