Nükleer Enerji
Dünya elektrik ihtiyacının 2010 ile 2035 yılları arasında yıllık ortalama %2,2 oranında, toplamda ise %70 artacağı öngörülüyor. Yani Almanya’daki sanayici üretimdeki payını arttırmak isterken, Çin’deki vatandaş da evine ikinci klimayı taktırmayı düşünüyor. Rüzgar enerjisi, güneş enerjisi, jeotermal enerji gibi temiz enerji kaynaklarının fazla yaygınlaşamaması da toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için ülkeleri eski bilindik ve çevre dostu olmayan nükleer enerji gibi yöntemlere itiyor.
Peki, fosil yakıtların gezegeni zehirleyen etkisi ve iklim değişikliği nedeniyle artan küresel felaketler karşısında, çevre hareketinin nükleer enerjiye bakış açışı değişiyor mu?
Cevap, bu sefer “hayır” değil. Her ne kadar çevre alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları nükleer santrallere karşı protestolarını sürdürmeye devam etse de Mark Lynas gibi tanınan bazı çevre aktivistleri iklim değişikliği ile mücadelede nükleer enerjinin hesaba katılması ve çevre dostu temiz enerjiye geçiş döneminde mutlaka dikkate alınması gerektiğini savunuyor. Ayrıca, küresel ekonomik krizin sonucu yaşanan finansal zorluklarından dolayı temiz enerji uygulamalarının dünya üzerinde beklenen düzeyde yaygınlaşamaması da dünya hükümetlerini, yıllar boyunca güven ve ahlaki açıdan sorgulanan nükleer santrallerden kolayca vazgeçirecek gibi gözükmüyor.
Fukuşima Nükleer Santrali Faciası sonrasında, çoğu nükleer santrallerinin faaliyetini durduran Japonya’nın tüm ileri teknoloji enerji verimliliği uygulamalarına rağmen karbondioksit emisyonlarının son bir yıl içinde yaklaşık 70 milyon ton artması, Mark Lynas gibi bir grup çevreciyi bu düşünceye iten etkenin başında geliyor. Çünkü dünya elektriğinin % 13’ünü sadece nükleer enerjiden sağlıyor. Kömürün birim fiyatının giderek ucuzlaması da kalkınma odaklı gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin ilk yatırım maliyeti yüksek ve teknolojik evrimi tamamlayamamış yenilenebilir enerji kaynaklarından uzaklaştırıyor ve hâlihazırda çoğu ülke bu tür enerjilere verdiği teşviki azaltıyor. Ayrıca hükümetler temiz enerji uygulamaları için ana hedeflerini sürekli erteliyor ve ana enerji payı içinde düşük oranlarda tutuyor. Böylece kendilerini “bilim yanlısı çevreci” olarak tanımlayan bu yeni grup, nükleer santrallerin kapatıldığı takdirde, bir anda fosil yakıtlara geçilmenin, artmakta olan küresel karbondioksit salınımlarını katlayacağını düşünüyor. Kısacası grup, nükleerin avantajlarından (hazır teknoloji, verim, düşük emisyonlar) ve dezavantajlarından (atık, güvenlik riski, uranyum kıtlığı, uzun inşa süresi) daha çok, temiz enerji kaynaklarının göz ardı edildiği sürekli büyüyen bir dünyanın enerji ihtiyacının iklim değişikliğine olumsuz katkı sağlamadan karşılanmasından bahsediyor. Bu kapsamda nükleer enerji karşıtlarını, iklim değişikliği karşıtları ile aynı kefeye koyup, gerçekçi olmadıklarını söylüyor ve bilimsel düşünmedikleri için suçluyor.
Genel olarak tarafsız bir göz ile bakılacak olursa, nükleer enerji hakkında tüm sosyal, ekonomik ve çevresel tartışmalar, hep belirli bir ideoloji çerçevesinde gerçekleştiğinden, özellikle de 60’lar, 70’ler ve 80’lerin sol akımlarından kaynaklanan genel önyargılar üzerine kurulu olduğundan, bu konu hakkında net bir görüş bildirmek mümkün durmuyor. Dahası Çernobil ve Fukuşima nükleer faciası gibi geçmişte yaşanan ve etkileri günümüzde sürmekte olan kazalar da nükleere olan mevcut önyargıyı kuvvetlendiriyor. Sonuç olarak da nükleer enerjinin geleceği tıpkı çözülmesi zor bir bulmaca halini alıyor.
Bilimadamları Barry Brook ve Ian Lowe, 2010 tarihli Neden, Nedene Karşı: Nükleer Güç (Why vs. Why: Nuclear Power) adlı kitapta nükleer enerjiye neden “evet” veya “hayır” denmesi gerektiğini her iki başlık için 7 ayrı maddede tartışıyor. Nükleer enerji olmalı mı? Olmamalı mı?
Barry Brook, Nükleer Enerjiye Evet diyor çünkü;
- Yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği uygulamaları, enerji ve iklim değişikliği sorununa çözüm sağlayamaz.
- Nükleer enerjinin gerçek maliyeti fosil yakıtlardan ve yenilenebilir enerjiden daha ucuzdur.
- Yeni teknolojiler yardımıyla nükleer atık sorunu çözülmüştür.
- Nükleer güç, yeni uygulamalar ile en güvenli seçenektir.
- Gelişmiş nükleer enerji uygulamaları ülkelerin ulusal güvenliğini arttırır.
- Nükleer güç, temiz enerji devrime ön ayak olabilir.
- Uranyum rezervleri dünyanın ihtiyacını karşılayacak ölçüdedir.
Ian Lowe, Nükleer Enerjiye Hayır diyor çünkü;
- Pahalı bir yatırım.
- İnşa süresi uzun olduğundan dolayı iklim değişikliğine karşı hızlı sonuç alınamaz.
- Güvenlik sorunları doğurur.
- Nükleerden daha iyi seçenekler her zaman mevcut.
- Nükleer savaş riskini arttırır.
- Atık sorunu tam anlamıyla çözülebilmiş değil.
- Enerji üretimi hakkında savunulanlar abartılı.
Tabi ki bunlar nükleerin savunucusu Barry Brook’un ve karşıtı Ian Lowe’un kendi görüşleri, ancak çevre hareketindeki tartışmalarda aşağı yukarı bu düzeyde gerçekleşiyor.
Aslında iki grubun da haklı olduğu noktalar var. Güneş enerjisi, rüzgar enerjisi ve jeotermal enerjinin zaten elektrik üretimindeki payı düşük ve üstüne üstelik kalkınma hedeflerinde de geniş yer verilmiyor. Bu özellikle fosil yakıtlara bağımlı sürekli ısınan bir dünya için oldukça düşündürücü, çünkü her sene atmosferin karbondioksit yoğunluğu giderek artıyor ve tehlikeli eşik daha şimdiden aşılmış durumda. Enerji verimliliği çalışmalarının da bir limit var, uzmanlar en iyi koşullarda sadece ABD’deki enerji tüketiminin %20 ila %50 azaltılabileceğini düşünüyor, azalan enerjinin başka alanlarda kullanılabilecek olması düşündürücülüğünü koruyor. Buna rağmen NASA’nın 2013 verilerine göre nükleer santraller şimdiye kadar termik santrallerin neden olacağı 64 milyar ton karbondioksit salınımını önlemiş durumda. Ayrıca nükleer santraller, elektrik sektöründen kaynaklanan sera gazı salınımında yıllık olarak yaklaşık %17 azalmaya neden oluyor. Ancak nükleer santrallerin de uzun sayılabilecek bir kurulum süresi ve kısa sayılabilecek bir kullanım ömrü var. İnşaat ve kurulumu ortalama 10 yıl süren nükleer santraller maksimum 50-60 yıl işletmede kalabiliyor. Bu da nükleer enerjinin sürdürülebilirliğini soru işaretinde bırakıyor.
Nükleer enerjinin kuşkusuz en çok tartışılan noktası ise güvenliği. İsviçre’de Paul Scherrer Enstitüsü tarafından yapılan, 1969-1996 yılları arasında ticari tesislerde enerji ile ilgili 4290 kazada meydana gelen ölümlerin göreceli olarak karşılaştırıldığı çalışmaya göre yıllık üretilen elektrik teravatsaati başına nükleer enerji üretimi 8, doğalgaz 85, kömür 342, petrol 418, hidroelektrik 884 ve LPG 3 bin 280 ölüme sebebiyet vermiştir. Tabi ki bu tartışmalı bir konu, çünkü resmi kaynaklara göre Çernobil faciasında 56 kişinin hayatının kaybettiği geçse de dolaylı etkilerinin yüzbinlerin canına mal olduğu ve sakat bıraktığı biliniyor. Buna rağmen düşünülebilecek maksimum ölüm sayısı bile her yıl yüzbinlerce kişinin hayatını kaybetmesine neden olan termik santrallerinkinden kuşkusuz daha az. Her ne kadar son teknolojinin getirisiyle geçmişteki facialardan ders alınmış olunsa da, herhangi bir doğal felaket veya insan kaynaklı hata sonucu gerçekleşebilecek bir nükleer kaza, iklim değişikliğinin çoğu olumsuz etkisinden daha da öldürücü olabileceğini eklemekte fayda var.
Nükleer enerjinin toplum için en büyük sorunu güvenliği, bilim adamları için de atıklarıdır. Günümüzde nükleer atığını tekrar kullanabilecek sistemler araştırma kapsamında olsa da, bunların kurulumu için 10-12 milyar dolar değerinde bir yatırım gerekeceği tahmin ediliyor. Nükleer savunucuları, bir nükleer santralden işletme ömrü boyunca bir futbol sahası büyüklüğünde nükleer atık çıktığını söylüyor, ancak nükleer atıkların çevre ile temasının sağlanmayacak kadar iyi kapatılması ve korunması gerekiyor. Ayrıca kimsenin bir nükleer atık deposunun çevresinde oturmayı tercih etmeyeceği de biliniyor.
Nükleer enerjinin, hükümetlerin hoşuna giden bir tarafı da bulunduğu ülkedeki enerjide dışa bağımlığı azaltması. Fosil yakıtlar genelde kümeleşmiş bazı bölgelerden çıkarılıyor ancak nükleer enerji doğrudan olarak bahse konu olan ülkede enerji üretimini sağlıyor. Her ne kadar nükleer enerjinin ana kaynağı uranyum da tıpkı petrol veya doğalgaz gibi bir yeraltı kaynağı olsa da, inşa edilen nükleer santrallerde anlaşma kapsamında, işletme ömrü boyunca ihtiyaç olunacak kadar madenin alımı da güvence altına alınmış olunuyor.
İster çevreci olsun veya olmasın, nükleer savunucuları, çoğu çevre hareketi üyelerinin öldürücü ve tehlikeli olarak adlandırdığı finansal, kültürel ve politik tartışmaların gündemindeki bir teknolojinin uygulanması gerektiğine samimiyetle inanıyor. Bu görüşlerindeki ana etken ise fosil yakıt tüketiminin karşısında insanoğlunun artan ihtiyaçlarını karşılayacak başka bir gerçekçi çözüm olmaması.
Her ne kadar tüm çevre hareketinin, çevre gibi tartışmaya açık bir konuda tam uzlaşma sağlayamaması normal karşılansa da belki dünyadaki canlılar için daha az tehlikeli, aynı zamanda ihtiyaçlarını daha yüksek verimde karşılayacak bir enerji stratejisi gelecek yıllar içinde uygulanabilir.
Belki nükleer enerji, geleceğin enerji kaynağı, belki gelecek için bir köprü, belki de geleceği olmayan riskli ve tehlikeli bir teknolojidir. Ancak iki ucu keskin bıçak nükleer enerji gerçeğini tarafsızca ele almalıyız. Sadece torunlarımıza yaşanacak daha iyi bir dünya bırakmak için.