Ne Yersek Oyuz
Bilinçli mutfak, tohumdan atıkların dönüşümüne kadar, gıda döngüsünün bütününü sürdürülebilir kılmayı amaçlayan, bireyin sorumluluk alarak kendini güçlü kıldığı düşünce ve pratikler sistemidir. Bu tür bir pratiği alışkanlık haline getirmek başlangıçta zor gelse de gıdalarla ilişkimiz gelişmeye başladıkça kendimiz ve yeryüzü için iyi olanı içgüdüsel olarak tanımaya ve seçmeye başlarız.
Bahçelerde koşuşturduğumuz o güzel çocukluk günleri gerilerde kaldı. Zamanımızın büyük kısmını açık havada, elimiz yüzümüz çamur içinde, toprakla oynayarak geçirdiğimiz o zamanlar. 80’li yılların ortalarında bir şeyler oldu ve yaşadığımız sokaklarda bir tek bahçeli ev kalmamaya, yerlerine gün ışığını kesen apartmanlar yapılmaya başlandı. Böylece yeşillikler arasında uğur böceği aradığımız günler maziye karıştı. 80’li yıllarda yalnız bahçeli evler değil, daha yavaş, daha doğal, daha keyifli bir yaşam tarzı da yok olmaya başladı. Günlük ritmimiz gittikçe arttı, bahçelerde koşuşturan çocuklar bilgisayara esir oldu, trafikte geçildiğimiz uzun saatler sonucu stresle tanıştık, domateslerin eski tadı kalmadı…
Fast food’un moda olmaktan çıkıp alışkanlığa dönüştüğü, her şeyin kolayını tercih ettiğimiz bu çağda neyi nasıl yediğimizi sorgulamaz hale geldik. Halbuki, yediklerimiz bedenimizi, ruhumuzu ve zihnimizi etkiliyor. Bir başka deyişle, “ne yersek oyuz”.
Tarımla birlikte yerleşik düzene geçen ve kendini yeryüzünün sahibi olarak görmeye başlayan insanoğlu, aradan geçen 10 bin yıl boyunca doğadan, doğanın parçası olma bilincinden, dolayısıyla öz benliğinden uzaklaştı. Descartes tarafından ortaya atılan ve dünyayı mekanik olarak betimleyen evren görüşünün yol verdiği endüstri devrimiyle birlikte yeryüzü insanlık için kullanılabilir ve sömürülebilir bir “mal” haline geldi. İnsanın, parçası olduğu yeryüzünü “çevre” olarak nitelendirmesi bu bakış açısının yansımasıdır. İnsan, tarım, gıda ilişkisini de yozlaştıran bu “kendini bilmezlik”, bugün insan sağlığını tehdit etmektedir. Kâr etmeye ve büyümeye odaklanmış bir ekonomi anlayışının baskılarıyla tarım mekanikleşmiş, böylece insanlık sağduyu, sevgi ve ilgiyle yetiştirilmiş gıdalardan mahrum bırakılmıştır. Gıda üretim döngülerinin dışında kalmak insanlığı güçsüzleştirmiş ve sürdürülebilir olmayan bir sisteme bağımlı hale getirmiştir. Kamu yararını gözetmesi gereken politikaların çok uluslu şirketleri memnun edecek şekilde düzenlendiği bu sistemde en büyük sorumluluk bireylere düşmektedir. Hem kendi sağlığımız hem yeryüzünün sağlığı için farkındalığımızı arttırmamız ve seçim güçlerimizi kullanarak gıda piyasasının, dolayısıyla gıda politikalarının sürdürülebilir uygulamalara geçişini hızlandırmamız gerekmektedir.
“Bilinçli mutfak”, bu anlayışla çıkılan bir yolculuk, uzun soluklu bir deneydir. Tohumdan atıkların dönüşümüne kadar, gıda döngüsünün bütününü sürdürülebilir kılmayı amaçlayan, bireyin sorumluluk alarak kendini güçlü kıldığı düşünce ve pratikler sistemidir. Bu deneyimden öğrenilenler bir yaşam felsefesine dönüşüp sağlık, eğitim, enerji, ekonomi gibi alanlarda da reforma gitmeyi sağlayacaktır.
Mutfak Bilinci
Mutfak bilinci kendimizi ve yeryüzünü sevmekle başlar. Yediklerimizin bedenimize, ruhumuza, zihnimize ve yeryüzüne yaptığı etkilerle ilgili farkındalık geliştirmenin, bu farkındalıkla yediklerimize özen göstermenin ilk şartı budur. Hepimiz sağlıklı, lezzetli ve doğanın bize hediye ettiği formdaki gıdalarla beslenmeyi hak ediyoruz. Bunu içselleştirdikten sonra pratiğe geçmemiz daha kolay olacak, çünkü motivasyonumuz dış kaynaklardan (hekimler, diyetisyenler, kitaplar vs.) değil, iç kaynağımızdan gelecek. Sonraki aşamada, vücudumuza aldığımız her gıdanın nerede, nasıl, hangi tohumdan üretildiğini, işlenmişse nasıl bir işlemden geçirildiğini, nasıl paketlendiğini ve ne kadar mesafe kat ederek bize ulaştığını analiz etmemiz gerekir. Bu tür bir pratiği alışkanlık haline getirmek başlangıçta zor gelse de gıdalarla ilişkimiz gelişmeye başladıkça kendimiz ve yeryüzü için iyi olanı içgüdüsel olarak tanımaya ve seçmeye başlarız; aslında bu bizim doğal yeteneğimizdir. Bu süreci kolaylaştıracak birkaç ipucu vermek istiyorum:
Vücudunuzu Tanıyın
Kendimizden ve doğadan kopuk yaşıyoruz. Vücudumuzu dinlemeyi bilmediğimiz için dış kaynakların hazır standart formüllerini uygulamayı tercih ediyoruz. Vücudunuzu en iyi siz tanırsınız. Hangi tür beslenmeye ihtiyacınız olduğuna, vücudunuzu dinleyerek ve besinlerle ilgili bilgileri göz önüne alarak siz karar verin. Gücünüzü ve sorumluluğunuzu dış kaynaklara teslim etmeyin. “Benim için iyi olan yeryüzü için de iyidir” diye düşünün.
Gıdalarınızı seçerken ve yemeklerinizi hazırlarken, “seçtiğim bu gıda ve onu hazırlayış biçimim sağlığım için iyiyse yeryüzü için de iyidir” diye düşünün. Neyin iyi neyin kötü olduğunu, kendinizi yakından tanıyacağınız ve doğaya döneceğiniz bir öğrenme süreciyle ayırt edebileceksiniz. Yerel, mevsimsel, organik ürünleri tercih edin.
Teknolojinin ve lojistik sektörünün gelişmesiyle birlikte Güney Amerika muzunun, Afrika kahvesinin, İtalyan makarnasının tadını çıkartır olduk, ama bu rahatlığın nelere mal olacağını hiç düşünmedik. Karbon gazı salınımıyla küresel ısınmaya en çok katkıda bulunan sektörlerin başında taşımacılık sektörü gelmektedir. Dünya genelinde en çok gıda taşınmaktadır. Gıdalarınızı seçerken, üretildiği yeri ve size ulaşana kadar ne kadar mesafe katettiğini sorgulayın. Yerel ekonomiye destek vermek ve küresel ısınmayı hızlandırmamak için ülkemizde üretilmiş gıdaları tüketin. Artık hangi mevsimde ne yetişirdi pek hatırlamıyoruz. Domates, biber, salatalık, kabak, patlıcanı yaz kış afiyetle yiyoruz, ama genellikle seralarda, ağır kimyasal gübre ve ilaçlarla, mevsimsiz yetiştirilen bu ürünler sağlığımızı tehdit ediyor. Sebze ve meyveleri mevsiminde tüketin.
Günümüzde, ekonomik kaygılardan dolayı genellikle monokültür tarım (Belirli bir alanda, tek tip ürün yetiştirme) tercih edilmektedir. Monokültür toprağı zayıflatmakta, biyolojik çeşitliliğe zarar vermekte, bitkileri zararlıların saldırısı karşısında zayıf bırakmaktadır. Bütün bunlar, kimyasal gübre ve tarım ilacı kullanımını beraberinde getirmektedir. Bu durum, zirai ilaç sektörünün sürdürülebilirliği açısından teşvik edilmektedir. Tarımda kullanılan kimyasallar yalnız toprağı değil, yeraltı sularına karışarak nehirleri, gölleri, denizleri de kirletmekte, canlıları zehirlemekte, insan sağlığını tehdit etmektedir. Kendimizi ve yeryüzünü korumanın yolu organik ürün tüketmektir. Bu, sağlık ve doğa üzerindeki etkileri henüz belli olmayan, ancak tohum çeşitliliği açısından ciddi tehlike sayılan genetiği değiştirilmiş ürünlerden kaçınmanın da en garantili yoludur. Mümkün olduğunca organik beslenin. Özellikle elma, armut, çilek, kiraz, şeftali, üzüm, ıspanak, marul, domates, patates, biber, kereviz gibi en çok ilaçlanan sebze ve meyvelere dikkat edin.
Yerel, mevsimsel, organik, üstelik ekonomik gıdaları ekolojik pazarlardan, organik gıda üreticilerinden, küçük semt pazarlarından alabilirsiniz. Türkiye’nin ilk ekolojik halk pazarı, 2006 yılında, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin girişimleriyle, İstanbul Şişli Feriköy’de açıldı. Bu model Türkiye’nin diğer illerinde de (Antalya, Bursa, Samsun) uygulanmaya başladı. Yakınınızda ekolojik pazar yoksa belediyenizden talep edin. Artık pek çok organik gıda üreticisi ürünlerini kargoyla tüketiciye ulaştırıyor. Bu üreticilerle temas kurup ürünlerini sipariş edebilirsiniz. Ancak, karbon salımını göz önüne alarak yaşadığınız yerin yakınındaki bir üreticiyle anlaşmalısınız. Küçük üreticilerin ürünlerini getirdiği semt pazarlarından alışveriş yapabilirsiniz. Tarım politikalarının baskılarına rağmen ayakta durmaya çalışan, tohumunu çoğaltan, özellikle organik tarım yapan küçük çiftçileri destekleyin.
İşlenmiş, paketlenmiş, katkı maddeleri içeren ürünlerden kaçının
İşlenmiş gıdaların sindirimi zordur ve “tam” gıdalar kadar besin değeri taşımazlar. Ayrıca, bu gıdaların çoğu sağlığa zararlı katkı maddeleri içerir ve paketlenmiştir. Paketlenmiş gıdaların ambalajları doğada binlerce yıl kalmak¬ta, kirliliğe neden olmakta ve canlıları zehirlemektedir. Paketlenmiş gıdalardan mümkün olduğunca kaçının, mut¬laka tüketmeniz gerekiyorsa ambalajları dönüştürülebilenleri tercih edin.
Fazla et tüketmeyin
Fazla miktarda et üretimi doğaya zarar verir. Dünyada gittikçe artan endüstriyel hayvancılık için ormanlar kesilerek tarım alanları açılmaktadır. Bu durum, hava kirliliği, küresel ısınma, biyolojik çeşitliliğin azalması gibi olumsuzluklara neden olmaktadır. Dünyadaki tarım alanlarının % 30’undan fazlası hayvancılık veya hayvan yemi üretimi için kullanılmaktadır. Ayrıca, hayvancılıkta yoğun bir su ve enerji girdisi vardır ki bu, içinde bulunduğumuz ekolojik koşullarda sürdürülebilir değildir. Endüstriyel hayvancılığın doğaya verdiği zarar ve hayvanların gördüğü kötü muamele göz önüne alındığında et tüketimini minimuma indirmenin veya organik et tüketmenin önemi daha iyi anlaşılacaktır.
Ellerinizi toprağa değdirin ve üretime geçin
Balkonunuzda, bahçenizde, belediyelerin ortak kullanıma açtığı hobi bahçelerinde kendi sebze ve meyvenizi yetiştirin. Yaşadığınız yerde hobi bahçesi yoksa belediyenizden talep edin.
Mutfakta ne kadar su ve enerji tükettiğinizin farkında olun. Temiz su kaynakları gittikçe azalıyor ve şu anda kullandığımız enerji kaynakları sonsuz değil! Suyu ve enerjiyi tasarruflu kullanın.
Atıklarınıza sahip çıkın
Organik atıklarınızı çöpe atmak yerine kompost yapın (organik atıklardan ulaşan gübre), geri dönüştürülebilir atıklarınızı (kağıt, cam, plastik, metal vs.) ayırın ve geri dönüşüme dahil edin. Plastik torba yerine, sürekli kullanabileceğiniz bir bez torba edinin.
Mutfağınızı buluşma mekânı haline getirin
Mutfak, binlerce yıldır aile ve toplumların en önemli sosyalleşme alanlarından biri olmuştur. Ailenizi ve dostlarınızı mutfakta biraraya getirin, birlikte yeni lezzetler oluşturmanın keyfini yaşayın.
Farkındalığınızı paylaşarak arttırın
Ailenizle ve dostlarınızla fikir alışverişinde bulunun. Birlikte yemek yapan, yiyen, gıdalarla ilgili deneyimlerini paylaşan, sağlıklı ve sürdürülebilir beslenme gruplan oluşturun.
Dünyadaki gıda hareketlerini takip edin
Mesela, geleneksel yemek kültürünün muhafaza edilmesi için çalışan “slow food” hareketi dünyada giderek yaygınlaşmaktadır ve bu harekete Türkiye’de dahildir. Doğa bize hayat verir. Doğayla bütün olduğumuzu hatırlamak bizi sağlıklı kılacaktır.