Çevre Hakkı Nedir?
Hukuk, insanların birbirleriyle ve çevrelerindeki her şeyle ilişkilerini düzenleyen kurallar sistemi olduğuna göre, çevre sorunlarının ve çevre ile ilgili her türlü çalışmanın da hukuk kuralları ile düzenlenmesi kaçınılmazdır. Sağlıklı ve güzel bir çevrede yaşamak, temiz hava solumak, temiz su içmek ve kullanmak, tabiatın nimetlerinden yararlanmak, gürültüden uzak bir ortamda bulunmak da kişilerin hakkıdır. Kişilerin her türlü haklarını koruma ve düzene koyma sorumluluğunu taşıyan hukuk, çağımızın çevre sorunlarına da etkili düzenlemeler getirmek zorundadır.
Çevre gibi geniş bir kavramı, havayı, suyu, toprağı, yeşil örtüyü, atıkları, gürültüyü, ulaşımı ve yeryüzündeki bütün canlıları ele alan bir disiplini düzene koymada hukukun fonksiyonu, sadece kanun, tüzük, yönetmelik gibi kuralları ortaya koymaktan ibaret değildir. Toplumun ihtiyaçlarına tam anlamıyla cevap verecek düzenlemeler yapılırken, bu çok yönlü konudaki gelişmeleri izlemek, aksayan noktaları düzeltmek, boşlukları doldurmak hukuka ve hukukçuya düşen bir görevdir.
Çevre Hakkı kavramı, çevre hukukunun temelini meydana getiriyor. 1950 tarihli Belediye Kanunu, “Belediyelerin Vazifeleri” bölümünde 5 görev saymaktadır ki, bunların büyük bir kısmı, çevre ile ilgilidir. Yine 1930 tarihli Umumi Hıfzıssıha Kanunu’da çevre sağlığı ve düzeni ile ilgili hükümler taşımaktadır. Bu iki kanun’da günümüzden asırlar önce bu konuların, “çevre” kelimesi kullanılmasa da kamu otoritesine görevler verdiğini gösterir ve kamu otoritesine verilen görevler de kişilere tanınan hakları ifade eder.
Hak, hukuk sistemi içinde kişiye bazı şeyleri yapabilme, isteyebilme yetkisinin tanınmış olmasıdır. Anayasa’ya göre, 18 yaşını bitiren kişi, seçme hakkına sahiptir. Diğer bir ifadeyle, 18 yaşını bitiren kişi, kanunların aradığı diğer bazı teknik şartlara da uymak kaydıyla, seçilecek kişileri seçme yetkisi tanınmış olan kimsedir. Hukuk sistemi, ona bu yetkiyi tanımıştır. Kişi, seçim sandığına gidip kendisine tanınan yetkiyi, hakkı kullanabilir.
Anayasa’da “Temel Haklar ve Ödevler” başlığı altındaki üçüncü bölüm, “Sosyal ve Ekonomik Haklar” başlığını taşımaktadır ve burada kıyılar, toprak, tarım, konut gibi çevreyle çok yakından ilgili maddeler bulunmaktadır. Bu bölümdeki 56. maddeye baktığımızda, “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.” dendiğini görüyoruz. Demek ki, Türk hukuk sistemi de anayasanın getirdiği bir düzenleme ile çevre hakkı denen bir hakkın varlığını kabul etmiştir, kişilerin çevre hakkını tanımıştır.
Çevre haklarının veya çevre konusundaki isteklerin onaya çıkışındaki nedenler şu şekilde sıralanabilir: Hızlı nüfus artışı, doğal varlıkların tahribi ve azalması, düzensiz kentleşmenin ve endüstrinin getirdiği baskılar ve sağladığı modern imkanlar yanında teknolojinin yol açtığı sıkıntılar… Bu sıkıntılara örnek olarak su kirliliği, toprak kirliliği, hava kirliliği, motorlu araç sayısındaki artış, park etme zorluğu ve gürültü kirliliği gösterilebilir.
Çevre hakkının uluslararası düzeyde tanınmasını mümkün kılan en önemli belge ise, Birleşmiş Milletler’in 1972’de düzenlediği konferans sonunda yayınlanan Stockholm Deklarasyonu’dur. Bu deklarasyon, “İnsanın, şerefli ve huzurlu bir hayata izin verecek bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve elverişli hayat şartları içinde yaşaması, temel hakkıdır” diyerek çevre hakkının, insan hakları kavramı çerçevesindeki yerini ve önemini açıkça dile getirmektedir.
1983 yılında yürürlüğe giren Çevre Kanunu, genel tanımlara ve uyulması gereken kurallara işaret eden bir çerçeve kanunudur.
Bu anlayışla, sorumluluk ve tazminat konularını da hükme bağlayan Çevre Kanunu, hava kirliliği, su kirliliği, toprak kirliliği, gürültü kirliliği gibi konulardaki teknik ayrıntıları ve kabul edilebilecek sınırları, yönetmeliklere bırakmıştır. Nitekim, Çevre Kanunu’nun kabulünden sonra yürürlüğe giren çok sayıda yönetmelik, diğer hukuk kaynaklarıyla birlikte, çevre mevzuatının esaslarını ortaya koymaktadır. Çevre Kanunu, çevreyi etkileyecek önemli bir yatırım veya faaliyet öncesinde, o yatırımın çevreye ne gibi etkiler yapabileceğini araştıran bir çalışma yapılmasını ve bir rapor hazırlanmasını da öngörmektedir.
Çevre Kanunu’nun 30. maddesi, pek farkında olunmasa da, çevre hakkı kavramıyla ilgili çok ileri bir hüküm getirmiştir. Madde, “Çevreyi kirleten veya bozan bir faaliyetten zarar gören veya haberdar olan herkes ilgili mercilere başvurarak faaliyetle ilgili gerekli önlemlerin alınmasını veya faaliyetin durdurulmasını isteyebilir” demektedir. Bu madde, Türkiye’de kişilere tanınan çevre hakkını çok açık ve çok güçlü bir şekilde ifade etmektedir. Belirtilen bu hükme göre, Mersin’de oturan bir kişi, Bursa’da hava kirliliği olduğunu duysa, sadece bundan haberdar olsa, kendisi zarar görmese bile yetkili bir makama veya makamlara başvurarak, bunun durdurulmasını isteyebilir. Bunu isteme hakkını kanun, o kişiye tanımaktadır.
Bu yıl, Çevre Kanunu’nun 32. yıldönümü… Aradan geçen sürede ülkemizde yaşanan gelişmeleri dikkate alarak, Çevre Kanunu’nu ve Türkiye’de çevre hukukunun gelişmesini toplu bir bakış açısıyla değerlendirmek yararlı olabilir. Bu noktada, Voltaire’in Felsefe Mektuplarındaki bir cümlesini hatırlamamak mümkün değil: “İnsanların yaptıkları kanunlarla, tabiatın kanunları birbiriyle ne kadar uyumlu olursa, yaşam da o kadar zevkli olur.”