Endüstriyel Tarım
İnsanlar ve hayvanlar enerjilerini yedikleri gıdalardan alırlar. Geçen yüzyıla kadar insanlar bütün gıda enerjilerini, ne yerlerse yesinler fotosentez yoluyla güneşten alıyordu. Gezegendeki bütün yaşam ve insan nüfusu bol ve yenilenebilir bir kaynak olan güneş enerjisi kullanarak çoğalsa da, fotosentez, üretilebilir gıda miktarını, dolayısıyla da nüfus artışını sınırlamıştır.
Tarihte savaşların arkasındaki nedenlerden biri tarımsal üretimi genişletme ihtiyacıdır; fethedilen ülkeler işlenecek yeni topraklar demektir. Gıda üretimini arttırmak için, tarım arazilerini büyütmek ve rakipleri uzaklaştırmaktan başka yol yoktu. Gıda üretiminde her artışla insan nüfusu da arttı.
Bugün dünyada neredeyse bütün verimli arazilerde tarım tükenmiştir. Kalanlar ya ulaşılamaz ya da toprağı sulu, kuru veya besinsizdir. Toprağı genişleterek üretimi arttırmak mümkün olmadığında yeni buluşlarla mevcut alanlar da tüketilmiştir. Endüstri devrimi tarımın mekanizasyonunu sağlamış, “zararlıların” uzaklaştırılması süreci ve tarım ödenekleri hızlanmış, üretime bir kişinin yettiği çiftlikler çoğalmıştır.
Günümüzün gelişmiş dünyasında nüfusun %1’i kadar küçük bir oranı, kalan % 99’u beslemektedir. ABD’de bir çiftçi tek başına 140 kişiyi besleyebilmektedir.
Bu durum kendiliğinden ortaya çıkmamıştır. 2. Dünya Savaşından sonra ABD hükümeti, patlayıcılar ve diğer kimyasal savaş maddelerini geliştirerek bilgisini arttırmış kimyagerleri, silah üretiminden, kimyasal gübre, herbisit ve pestisit üretimine yöneltmiştir. Ayrıca, soya, mısır, buğday ve pirinç gibi ticari ürünleri sübvanse etmiştir. Çiftçiye tam anlamıyla “ya büyü ya yok ol” denmiştir. Hükümet teşvikleriyle maliyetinden daha ucuza satılan tahıl, çiftçilerin büyümesine imkân tanımıştır.
Endüstriyel Tarım Üretiminde Enerji Tüketimi
1960’larda endüstriyel – kimyasal tarımsal uygulamalar “3. dünya” denen ülkelere ihraç edilmeye başlamış, “Yeşil Devrim” sürecinde gıda üretimi 50 yılda üç katına çıkmıştır. Benzer bir patlama, endüstri devrimi başından itibaren 6 kat artan insan nüfusunda da görülmüştür. Bununla beraber, enerji tüketimi de geleneksel tarıma göre 50-100 kat artmış, konvansiyonel endüstriyel tarım aşırı şekilde fosil yakıtlara bağımlı olmuştur. Küresel dağıtım ve ticaret de petrole dayalı hale gelmiştir. Küreselleşen gıda ticaretiyle yerel kaynakları yetersiz bölgelerde bile insanlar yaşamaktadır. Endüstriyel tarım üretiminde enerji tüketim oranları aşağıdaki gibidir:
- %31 kimyasal gübre üretimi
- %19 tarım makineleri kullanımı
- %16 taşıma
- %13 sulama
- %0.8 çiftlik hayvanı yetiştirme (beslenmeleri hariç)
- %0.05 pestisit üretimi
- %0.08 muhtelif
Bu rakamlarda ambalajlama, soğutma, perakende noktalarına taşıma ve hanede yemek pişirme dikkate alınmamıştır.
Kimyasal gübre için 1 kg nitrojen üretiminde 1.4 – 1.8 litre dizel yakıtın enerji eşdeğeri gerekir. ABD’de 2001 – 2002 yıllarında 10 900 ton nitrojen gübrede kullanılmıştır ki, bu 15.3 milyar litre dizel yakıtın enerji eşdeğeridir.
1940’larda her 1 kalori fosil yakıt enerjisi 2.3 kalori gıda enerjisi üretirken, günümüzde her 10 kalori fosil yakıt enerjisi 1 kalori modern süpermarket gıdası üretiyor. Başka bir ifadeyle petrol yeyip sera gazı kusuyoruz.
Bugünün endüstrileşmiş toplumlarında atalarımızın yaşadığı kıtlığı hayal etmek zor. Gıda öylesine ucuz ve bol ki, obezite açlıktan çok daha fazla endişe yaratıyor. Suni olarak ucuzlatılmış tahıllardan elde edilen bütün kaloriler de ucuzlamış, besin zincirinde yerini almıştır: Kolada yüksek früktozlu mısır şurubu, patates kızartmasında soya yağı, burgerlerde et ve peynir gibi. Sübvanse edilen monokültür tahıllar hayvanlarında monokültüre alınmasını beraberinde getirmiştir. Hayvanlar, ucuza aldıkları tahıllarla çiftçilerden daha ucuza hayvan besleyebilen endüstriyel besi çiftliklerine göç ettirilmiştir. Ucuzlayan hayvansal proteinler sayesinde bir ABD’li yılda ortalama 86 kg, günde 250 gr et tüketmenin keyfini sürmektedir. Dünya, “kimya yoluyla daha iyi yaşama”nın tadını çıkarmaktadır.
Pik Petrol
Bütün bunlar sürdürülebilir olsaydı iyiydi. Bu bolluk bereket, tükenen, yenilenemeyen, yanında karbondioksit gazı salan ve iklim değişikliğine sebep olan fosil yakıtlara dayanır ve artık sürdürülemez olmuştur.
Azalmakta olan petrole bağımlı küresel gıda sisteminin karşı karşıya olduğu kriz dünya nüfusu için ciddi bir tehdittir. Yükselen petrol fiyatları, traktör yakıtı, tarım kimyasalları, çiftlik mal ve malzeme taşımacılığı maliyetlerini arttırmaktadır. Petrol fiyatları artınca gıda fiyatları artsa da aralarındaki ilişki bundan daha karmaşıktır. Yüksek petrol fiyatlarının biyoyakıtlara talep yaratmasıyla tarım arazilerinde gıda yerine yakıt üretilmekte, dolayısıyla gıda fiyatları daha da artmaktadır. Zamanımızın en büyük çevre krizi olan, petrol kaynaklı sera gazı salımlarının yol açtığı iklim değişikliği ve aşırı hava olayları tarımsal verimliliği tehdit etmektedir. Öte yandan, fosil yakıtın azalması da durumu fazlasıyla zorlaştırmaktadır. Bu iki probleme de doğru bir çözüm getirilemezse sonuç felaket olacaktır.
Petrol üretiminin zirve yapıp düşüşe geçeceği nokta (pik petrol) hayati önemdedir ve artık yalnız çevreciler ve şüpheciler değil, bütün hükümetler, iş çevreleri ve halklar da bu nokta konusunda endişe etmektedir. Dünyanın en büyük petrol şirketlerinden Shell’in CEO’su, 2015’den sonra, kolay elde edilebilen petrol ve gaz kaynaklarının talebi muhtemelen karşılayamayacağını söylüyor.
Gelişmiş ülkelerin pik petrol ve küresel iklim değişikliğine karşı bitkilerden biyoyakıt üretme yarışı küresel gıda krizini hızlandırmıştır. Kaldı ki, biyoyakıt da karbon nötr değildir. Avrupa Birliği 2020’ye kadar ulaşımda %10 biyoyakıt kullanma hedefi koymuştur. ABD’de temiz yakıt teknolojilerini araştırma bütçesini arttırmıştır. Odun talaşları ve bitki saplarından etanol üretimini geliştirerek ithal ettiği petrolü azaltmayı planlamaktadır. Dünya mısır ihracatının %60’ından fazlasını gerçekleştiren ABD’nin, çevresel olarak sürdürülemez olsa da, büyük ve devamlı artan miktarda mısırdan etanol üretimini sübvanse etmesi tahıl fiyatlarında keskin bir artışı tetiklemiş ve dünya gıda krizini erkene almıştır. 2008 yılı “Dünya Gıda Krizi Yılı” olarak adlandırılmış, Meksika’dan Pakistan’a kadar protestolar yükselmiştir. Kameron’da taksi şoförlerinin grevi geride 20 ölü bırakarak gıda fiyatları protestosuna dönüşmüştür. Bu örnekler çoğaltılabilir. Petrol ve gıda fiyatlarında artış çok ciddi sosyal krize dönüşme riski taşımaktadır.
Arazi Gaspı
Küresel olarak, mısırdan ve şeker kamışından etanol; soya fasulyesi, ayçiçeği, kolza gibi yağlı tohumlar ile palın ve jatropha yağından biyoyakıt üretimi yarışı ormansızlaşmayı hızlandırmış, arazisi olmayan köylülerin zorla tahliyesine, Afrika ve başka yerlerde arazi gasplarına yol açmıştır. Milyonlarca hektar sözde boş arazi zengin ülkelerin şirketleri tarafından biyoyakıt ve diğer ürünler için kullanılmak üzere uzun dönemli kiralanmakta ya da satın alınmaktadır.
Arazi hücumunun öncüleri, uluslararası tarım şirketleri, yatırım bankaları, hedge fonlar, emtia komisyoncuları, bağımsız varlık fonları haricinde emeklilik fonları, vakıflar ve bireyler, Mali, Zimbabwe, Madagaskar, Zambiya, Kongo, Etopya, Sudan, Nijerya gibi dünyanın en ucuz arazilerini ele geçirmektedir. Etopya 2007’den bu yana 815 yabancı ticari tarım projesini onaylamıştır. Afrika topraklarının en büyük alıcılarının Suudi Arabistan ve Kuveyt, Katar, Abu Dabi gibi diğer Orta Doğu emirlikleri olduğu düşünülmektedir. Suudi Arabistan, Pakistan gibi şimdiden su kıtlığı çeken ülkelerden arazi kiralamakta, böylece bu arazilerdeki yıllık yüz milyonlarca litre kıymetli suyu da sahiplenmektedir. Bütün bu anlaşmalar batılı sivil toplum kuruluşları tarafından kınanmakta ve “yeni kolonyalizm” olarak adlandırılmaktadır.
Erozyon
Sürdürülebilir olmayan üretim teknikleri, başta üst toprak tabakası ve tatlı su kaynakları olmak üzere temel doğal kaynakların bozulmasına veya kaybına neden olmuştur. Endüstriyel tarım, erozyonu arttırmış, toprağı kirletmiş, yeraltı ve yerüstü sularını aşırı kullanmış, çoğunlukla pestisit kullanımına bağlı ciddi halk sağlığı ve çevre sorunlarına yol açmıştır. 2,5 cm verimli üst toprak tabakasını yerine geri koymak için 500 yıl gerekmektedir. Tabiatta üst toprak tabakası, çürüyen bitkiler, ufalanan kayaların birikmesiyle oluşur ve bitkilerle erozyondan korunur. Erozyon, gıda üretimine ve su varlığına zarar vererek, iklim değişikliğine yol açan sera gazlarının %30’unu üretmektedir. Her yıl kabaca 100 000 km2 arazi bitki örtüsünü kaybederek kötüleşmekte, çöle dönmekte, gezegenin ısı ve enerji dengesini değiştirmektedir.
Su Kaybı
20. yüzyılda insan nüfusu üç kat artarken yenilenebilir su kaynakları 6 kat büyümüştür. Geçen 100 yılda %480 artan sulu tarım, yeryüzündeki tarım arazilerinin %16’sında uygulanmakta ancak su kaynaklarının %90’a yakınını tüketmektedir. Akifer ve yüzeysel su kaynaklarında azalma olduğu gibi, topraktaki tuzun hareketi, gübre ve pestisitlerin akifer ve akarsulara sızmasıyla su kalitesi de düşmektedir.
Besi Çiftlikleri
Endüstriyel tarım yapısal problemlerinin çoğu, ürün et olduğunda daha da büyümektedir. Besi çiftliklerinden kaynaklanan nitrojen ve bir sera gazı olan metan çevreyi doğrudan etkilemektedir. Bir ineğin günde atmosfere saldığı metan gazı 0.23 kg civarıdır. Bunun karbondioksit karşılığı 4.83 kg olup, tükettiğimiz pişmemiş 1 kg sığır eti için doğaya 34.6 kg karbondioksit salınmaktadır. Bir BM çalışmasında, çiftlik hayvanlarının tek başına, mevcut bütün ulaşım sistemlerinin toplamından %18 daha fazla sera gazı saldığı tahmini yer almaktadır. Dünya tahıl hasatının %40’tan fazlası çiftlik hayvanlarını beslemek için kullanılmaktadır; bu da çok büyük miktarda su ve toprak kullanımına neden olmaktadır. 10 yıl gibi kısa bir süre içinde, dünya basit bir tercihle yüz yüze kalacak: Ekilebilir topraklardan elde edilen ürünlerle ya hayvanların karnını doyuracak ya da insanların.
Kendimize Karşı Mücadele
BM Çevre Programı yayınladığı bir raporda, gezegenin su, arazi, hava, bitkiler, hayvanlar ve balık nüfusunun “geri dönülemez çöküş” içinde olduğunu belirtmektedir. Birbirini etkileyen bu sorunların hepsi bir bütün teşkil etmektedir.
Yenilenemeyen kaynaklara bağımlılığı ve doğal kaynakları çevrenin yeniden üretme süresinden daha hızlı tüketmesi nedeniyle endüstriyel tarım günümüz de sürdürülemez kabul edilmektedir. Sürdürülebilir tarım hareketinin hedeflerinden biri, endüstriyel tarım ile ilişkilendirilen çevresel zararları hafifletecek veya bertaraf edecek bir çiftçilik sistemi oluşturmaktır. Sürdürülebilir tarım, doğal kaynakların sonluluğunu kabul eden, ekonomik büyümenin sınırlarını tanıyan ve kaynak dağıtımında eşitliği teşvik eden sürdürülebilir kalkınma hareketinin bir parçasıdır. Sürdürülebilir tarım dünyayı besleyebilir mi bilinmiyor, ama denemek dışında bir çare de gözükmüyor.
Petrol ve doğal gazdan önce çiftçiler, toprağı yenileyen ve “zararlılarla” mücadele eden ürün çeşitliliğine ve fotosenteze güvenirdi. Güneşin ışıldadığı her yerde fotosentez mucizeler yaratabilir. Ekonominin petrol bağımlılığından başarıyla kurtulup yeniden güneş enerjisine dönüş yapabileceği bir alanı varsa, bu şüphesiz gıdadır. Aldığımız her kalorinin son tahlilde güneş enerjisi kullanarak gıda enerjisi üreten fotosentez işleminin bir ürünü olduğu düşünülürse, bu basit gerçek aynı zamanda umut ve imkan vadediyor.
Her çevre krizinde, dünyanın karşı karşıya kaldığı problemlerin ortak temelinin hayat tarzımız olduğu ortaya çıkıyor. Bireyler, büyümenin ve kaynakların sınırları üzerinde gecikmeden derinlemesine düşünüp temel bir seçim yapmak zorundalar. Bilimin öngördüğü küresel ekolojik felaketten kaçınmak istiyorsak daha azla yetinmeli; daha fazlasını değil, daha azını talep etmeliyiz. Lükslerimizin, hatta konforlarımızın kısılmasını istemeliyiz. George Monbiot bu durumu “kendimize karşı mücadele” olarak adlandırıp şöyle diyor: İklim değişikliğine karşı mücadele, artık büyük ölçüde, dönüşmüş olduğumuz şeye karşı, en temel bazı dürtülerimize karşı mücadeledir. Biz hâlâ uçmaya devam ediyorsak, başkalarına “uçmayın” diyemeyiz. Kendimiz değişmeye hazır değilsek, hükümetimize “bizi değişmeye zorlamalısın” diyemeyiz.