Hava Kirliliği

İklim Değişikliğinin Etkileri

İklim Değişikliğinin Etkileri belirtildiğinde genellikle akla ısı dalgaları, kuraklıkların desen verdiği çorak araziler, eriyen buzullar üzerindeki kutup ayları ve yavaş ama kendinden emin olarak yükselen deniz suyu geliyor. Her ne kadar bu gerçekliklerin çoğu insanlara günlük hayatlarının dışında birer görsel olarak gelse de felaketin dolaylı etkisi aslında çok yakınımızda hissedilecek.

 

Hayatlarımızı yaşanmaz hale getirecek ve bizi bazı alışkanlıklarımızdan mahrum bırakacak bazı iklim değişikliğinin etkileri şöyle:

 

Kahve Keyfi Sona Eriyor

Dünya üzerindeki milyarlarca kahve sevdalısına kötü haber: Artan sıcaklıklar, kahve çekirdeklerinin gelişmesini engelleyen öldürücü mantarın önlenemeyebilir bir oranda yaygınlaşmasına neden oluyor. Geçtiğimiz yıl İngiltere’de Botanik Birliği tarafından gerçekleştirilen bir araştırmaya göre Arabica, dünyanın en çok tüketilen kahve çekirdeği, 70 yıl içinde yok olabilir. İki kahve çekirdeği türünden biri olan Arabica, dünya kahve ihtiyacının %70’ini karşılıyor ve genellikle yüksek yerlerde yetişiyor. Kahve pası olarak bilinen literatürdeki adıyla Hemileia Vastatrix, kahve ağaçlarının üzerinde büyüyor ve onların gelişmesini engelleyerek öldürüyor. Özellikle son yıllarda Güney Amerika’daki kahve üretimini büyük ölçüde engelleyen bu mantar hastalığı için gereken ilaçlama da bölgedeki kahve üretiminden sağlanan gelire kıyasla çok yüksek. Aynı zamanda ilaçlamada doz aşımı olduğu durumlarda da kahve çekirdeğini öldürebiliyor. Bölgedeki sıcaklıkların artmasıyla da mantar, ilaçlara direnç kazanıyor ve beklenilmedik ölçülerde büyüyebiliyor. Dünyada 25 milyon insan kahve yetiştiriciliğinden geçimini sağlıyor. Bu rakam, eğer önlem alınmadığı takdirde gerçekleşecek bir kahve krizinin aynı zamanda ülke ekonomilerinde yaratacağı küresel maliyet hakkında fikir veriyor.

 

Elmanın Tadı Kaçtı

Artık marketten aldığınız elmanın size çocukluğunuzda yedikleriniz ile aynı tadı vermediğini düşünüyorsanız, yalnız değilsiniz. Hafızanız sizi yanıltmıyor; havaların yeteri kadar soğumaması elmaların geleceğini tehlikeye atıyor. Günümüze ait ve 1970’lerden kalma Fuji elmalarını test eden Japon bilim adamları, artık elmaların daha yumuşak olduğunu ve elmalara kendine has tadını veren malik asit konsantrasyonunun ise gittikçe azaldığını keşfetti. Bunun nedeni ise artan sıcaklıklar nedeniyle elmaların gereken zamandan daha erken olgunlaşması. Ayrıca günümüzün elmaları hastalıklara daha kolay yakalanabiliyor, bu da daha olgunlaşmadan yumuşayarak ağaçtan düşmelerine neden oluyor.

 

Sıcaklıkların başka bir etkisi de böcek türlerinin üremelerini arttırması. Bu da elmalarda kurtlanma sorununu arttırıyor. Türkiye, kişi başına tüketim miktar 20 kilogram olarak dünyanın en fazla elma tüketen ülkeleri arasında yer alıyor. Eğer küresel sıcaklıklar bu şekilde artmaya devam ederse gelecekte daha az ve tatsız elmalar yemeye mahkum kalabiliriz.

 

Evde Daha Fazla Vakit Geçireceğiz

Hafta sonlarında veya tatillerde yapılacak en güzel faaliyetlerden biri şüphesiz yeşil alanlarda zaman geçirmek. Araştırmalar da doğa ile iç içe olmanın insan psikolojini rahatlattığını kanıtlıyor. Ancak yüksek sıcaklıkların ve artan karbondioksit seviyelerinin doğaya negatif bir etkisi var: Zehirli sarmaşıklar ve kene tehdidi. Kırımdan dünyaya 1940’lı yıllarda yayılan kene kaynaklı Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı, bugün tam 35 ülkede görülüyor. Keneler genelde belirli sıcaklık değerlerinin üstünde doğal ortamda var olabiliyor ancak küresel ısınma nedeniyle dünyanın çoğu bölgesinde dört mevsim boyunca bu vakalara rastlanabiliyor. Sıcaklığın yüksek olduğu ortamlarda hem yayılma hem üreme hızı yüksek olan keneler, özellikle piknikçileri ve orman yürüyüşçülerini tehdit ediyor.

 

Tıpkı keneler gibi zehirli sarmaşıklar da sıcaklığın yüksek olduğu ortamlarda hızla yaygınlaşıyor. 1960 yılından beri dünya üzerindeki zehirli sarmaşık sayısı iki katına çıkmış durumda. Araştırmalar zehirli sarmaşıkların atmosferdeki karbondioksit oranının 560 milyon parçacıkta bir (ppm) değerine ulaştığı takdirde tekrar günümüze kıyasla iki katına çıkacağından endişeli. Ayrıca dünya için kritik eşik olan 400 ppm değeri şimdiden aşılmış durumda.

 

Acı Sevenler Üzülecek

Dünyanın dört bir yanında yiyecek ve ilaç malzemesi olarak kullanılan kırmızı biber, Amerika kökenlidir. Amerika’ya Avrupalıların gelmesiyle birlikte, önce İspanya ve Portekiz’de, daha sonra tüm Avrupa ve dünyada yayılmıştır. Bu tip biberlerin endüstriyel yetiştiriciliği genellikle sıcak iklimlerde gerçekleşir. Ancak son yıllarda sıkça görülen ısı dalgaları, tıpkı diğer tarım ürünleri gibi acı kırmızı biberleri de vuruyor, hem de daha şiddetli vuruyor. Çünkü yoğunlukla sıcaklık değişimlerine hassas bölgelerde yetiştirilen kırmızı biberler ya kuraklık ya yoğun sel ya da fırtınaların etkisi altında tahrip oluyor. Bu da yıllık 26 milyon tonluk kırmızı biber üretimini sekteye uğratıyor. Ekinleri zarar gören çiftçilerin çözümü yoğun hormon kullanımında araması ise sağlık açısından başka bir faciayı tetikliyor. Greenpeace tarafından gıda ürünleri hakkında yayınlanan bir rapora göre en toksik besinlerin başında biber geliyor.

 

Sıcaklık, Kışın Üşütecek

Koyunlar da tıpkı diğer memeli türleri gibi sıcaklık değişimlerine oldukça hassas hayvanlar. Özellikle yün üretimi için kullanılan koyunların kendi vücut ısılarını terleyerek dengede tutmaları oldukça zorlaşıyor, çünkü bu koyunlar kırkılmak için uzun süre bekletiliyor. Sıcak havalarda da koyunlar biyolojik olarak dengesizleşiyor ve yün üretemiyor. İklim değişikliği ile sıcaklıkların artması, bu işlemi özellikle kırsal alanda yapan çiftçiler için oldukça zorlaştırıyor. Çoğu çiftçi önlem olarak koyunları ıslatmayı denese de bu işe yaramıyor, koyunlar yünlerini uzatmıyor. Şimdilik bulunan tek çare koyunları gölgede tutmak. Ama açıkta otlatılan koyunlar için de bu zorluk taşıyor. Eğer durum böyle devam ederse kazak gibi yün giysilerin üretimi ciddi bir tehlikeye girebilir ve sıcaklıkların artması bizi kışın oldukça üşütebilir.

 

Balıkçılık Masallarda Kalabilir

Deniz milyonlarca yıldır birçok canlı türü için temel besin kaynaklarına ev sahipliği yapıyor. Özellikle balıkçılık insanların en eski çağlardan bu yana gıda ve gelir sağlamak için kullandığı önemli yöntemlerden biri. Küresel ölçekte ise balıkçılığın yıllık ekonomik değeri 225 – 235 milyar dolara eşdeğer geliyor. Dünya üzerinde balıkçılık ve balık çiftlikleri ile geçimini sağlayan kesimlerin %85,5’i Asya kıyılarında, %9,3’ü ise Afrika’da bulunuyor. Bu bölgeler ise deniz seviyesinin yükselmesinden en çok etkilenen kıyılar olarak dikkat çekiyor. Ayrıca 200 milyon insan geçimini küçük ölçekli balıkçılık ile sağlıyor.

 

Ancak balıkçılığın durumu hakkında pek iyi şeyler söylenemez. Araştırmalara göre dünya üzerindeki balık stoklarının %85’i tükenmiş durumda. Balıkların üreme kapasitesinin üzerinde avlanmanın bu durumda etkisi oldukça büyük. Ayrıca balıkçılığın ana geçim kaynağı olduğu gelişmemiş ülkelerde de bu konuda yasaların bulunmaması da tahribatı arttırıyor. Son yıllarda yaygınlaşan yasadışı balıkçılığında sektöre 50 milyar dolar zararı oluyor. Deniz suyunun sıcaklığının artması da bazı balıkların göç etmesine neden oluyor. Normalde Akdeniz’de yüzen bazı balıkların artık İngiltere açıklarından görülmesi bu etkilerden sadece bir tanesi.

 

Çikolata İçin Çok Sıcak

Çikolatayı kimin sevmediğini bilemem ama çikolatanın sıcağı sevmediği kesin. 2011 yılında yayınlanan bir rapora göre 2030-2050 yılları arasında artacak sıcaklıklar nedeniyle kakao üretimi ciddi ölçüde azalacak. Çikolatanın ana hammaddesi olan kakao, aynı zamanda sıcaklık değişimlerine çok hassas bir bitki. Sıcaklıklarda en ufak bir artış bile doğrudan kakao ekinlerinin sonuna neden olabiliyor. Özellikle son yıllarda sert yaşanan kuraklıklar nedeniyle yetiştiriciler yeni ekin yaparken ve hasat dönemlerinde sıkıntı çekiyor. Her ne kadar kakaonun daha serin bölgelere yeniden ekimi yapılabilse de, 9 milyar dolar değerindeki kakao sanayisini önümüzde zor günler bekliyor.

 

Sörf İçin Yeterli Dalga Yok

Uzun bir tahtanın yardımıyla dalgaların üstünden kıyıya doğru kayarak yapılan sörf, özellikle kıyı bölgelerinde çok sevilen bir su sporudur. Derin sulardaki büyük dalgaların kıyıdan 90-900 metre açıkta, kayaların ya da kumun oluşturduğu bir sığlıkta kırılarak kıyıya doğru hareket ettiği her yerde sörf yapılabilir. Ancak ülkemizde de son yıllarda giderek yaygınlaşan sörf sporuna daha zirve noktasına ulaşmadan veda edebiliriz. Dalgaların ve kıyıların dengesinin bozulması, sörfü tarihe karıştıracak etkenlerin başında geliyor. Deniz seviyesi yükseldikçe kumsallarda oluşan erozyon dalgaların frekansını, yani hangi bölgede nasıl kırılacağını etkiliyor. Böylece sörfçüler dalgaların boyutunu hesap edemiyor. Denizlerin asidifikasyonu ise dalga oluşumlarında en büyük önemi taşıyan mercan kayalıklarını yok ediyor. Denizlerde oluşan şiddetli hava koşullarının etkisini ise bahsetmeye gerek yok sanırım.

 

Yağmur Yoksa Fıstık da Yok

Bilindiği üzere fıstığın yetişmesi için doğru zamanda doğru oranda sulama gerekiyor. Genellikle çiftçiler, sulama için yağmuru bekliyor. Ancak iklim değişikliği etkisiyle sıklaşan kuraklıklar ve ani seller fıstık üretiminin üzerindeki riski arttırıyor. Özellikle Antep fıstığı gibi yerel ürünler, sıcak hava dalgaları ve düşük yağışlar nedeniyle piyasada gittikçe azalıyor. Atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunun artması da fıstık ekinlerinin gelişimini yavaşlatıyor, aynı zamanda fıstığın içindeki protein miktarını azaltıyor. Çoğu bilim adamına göre fıstığı kurtarmanın tek yolu genetik içeriği ile oynamak. Ama bunun da sağlık açısından ne kadar yararlı olduğu tartışılır. Anlaşılan şimdilik tek çare yeryüzünden tamamen silinmeden fıstığın tadını çıkarmak.

 

İklim Değişikliğine Karşı Neler Yapılıyor?

İklim değişikliğinin oluşması küresel bir problemdir çünkü bir ülkenin saldığı sera gazları sadece o ülkenin üzerinde birikip sadece o ülkenin iklimini değiştirmez. Salınan sera gazları atmosferde herhangi bir yere gidebilir. Dolayısıyla bu probleme tek bir ülke çare bulamaz, bu problemi engelleyebilmek için tüm dünya ülkelerinin birlikte çalışması gerekir. Ancak ne yazık ki iklim krizi tüm ülkeleri eşit şekilde etkilemiyor. Hatta bu krizin oluşmasında en az payı olan ülkelerin en fazla etkilenenler arasında olduğunu söylemek de mümkün.

 

İklim değişikliğine karşı yapılması gerekenleri ikiye ayırabiliriz. Birinci grupta sera gazlarının salımını azaltıp iklim değişikliğinin daha da kötü sonuçlara yol açmasını engellemek için yapılması gerekenler var. İkinci grupta da etkilerini görmeye başladığımız iklim değişikliğinin bu etkilerini azaltmak için yapılması gerekenler bulunuyor. Ülkeler imkânları ve etkilenme oranları çerçevesinde bu iki yoldan birine ağırlık verseler de aslında her iki yolun bir birleşimini seçmek durumundalar. Örneğin iklim değişikliğinden görece daha az etkilenecek Almanya veya ABD gibi ülkeler çabalarının çoğunu sera gazlarını azaltmaya yöneltirken, bizim gibi daha fazla etkilenecek ülkeler sera gazı salımlarını azaltmanın yanı sıra kendilerini iklim değişikliğinin zararlı etkilerinden korumaya da çabalamalılar. Dünyadaki tüm ülkeler iklim değişikliğinden bir şekilde etkilenecek, bu sebeple iklim değişikliğini durdurmak için ellerinden geleni yapmak zorundalar. Yine de dünyadaki çoğu ülkenin iklim değişikliği konusunda ciddi adımlar attığı söylenemez. Gelişmiş ülkelerin sera gazı salımlarını azaltma yolunda attığı adımlar göstermelik olmanın ötesine geçemiyor. Gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkeler ise çabalarını gelişme yönünde sarf ettiklerinden daha fazla salıma yol açıyor ve iklim değişikliğinin etkileri ile gerekli biçimde mücadele edemiyorlar. Bu sebepten tüm insanlığın bu konuya çok daha fazla önem vermesi gerekiyor.

 

1992 yılında Rio’da toplanan ve her ülkeden yetkililerin katıldığı Birleşmiş Milletler Konferansı, iklim değişikliğinin çok ciddi bir problem olduğuna ve tüm ülkelerin bu problemi durdurmak için ellerinden geleni yapmaları gerektiğine karar verdi. Aradan geçen neredeyse 30 yıl içerisinde ne bu probleme en fazla katkı yapan ülkeler ne de diğerleri çözüm yolunda gereken adımları attılar. Bu adımların atılmamasının ardındaki en önemli etmen bireylerin büyük çoğunluğunun iklim krizini ciddi bir problem olarak görmemesidir. Vatandaşlar iklim krizini kendi önem sıralarında en tepeye koymazlarsa devletler de bu probleme gerektiği biçimde yaklaşmazlar. Hâlen dünya gündemini ekonomi, güvenlik ve ticaret gibi konular oluşturduğundan hiçbir ülke iklim krizine layıkıyla eğilemiyor. Elbette bu krizden daha fazla etkilenecek olan ülkelerin konuya yaklaşımı çok daha ciddidir. Ancak bu ülkelerin çoğu hem sorunun esas kaynağını oluşturmuyor hem de çözüme katkıda bulunabilecek maddi kaynaktan yoksunlar.

 

İklim krizi bugüne kadar alışılagelmiş düzenimizi yerle bir etmeye başladı. Medeniyet tarihinde fazla görülmemiş doğa olayları bize yeni bir dünyada yaşamaya başladığımızın sinyallerini gönderiyor. Bu değişikliklerin temelinde bizi bu yaşam düzeyine getiren teknoloji ve alışkanlıklarımız bulunuyor. Dolayısıyla atmosferi ve doğayı tahrip eden alışkanlıklarımızdan vazgeçersek iklimin hiç değişmemiş olduğu günlere geri dönemesek de en azından çok daha fazla değişmemesini sağlayabiliriz.

Yeşil Kalem

Daha yeşil ve güzel bir Dünya için yola çıkan Yeşil Aşkı, herkesi Dünya’ya zarar vermeden, çevre dostu ve sürdürülebilir bir yaşama davet ediyor. Bütün gayemiz; temiz bir çevre, yaşanabilir bir dünya ve yeşil gören gözlerdir. Yeşil görmeyen gözler, Renk zevkinden mahrumdur.

blank

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir